9 Aralık 2013 Pazartesi

ANKARALI MARTILAR

Onları ilk gördüğümde, dönüp bir daha bakmak zorunda kalmıştım. Sabahın erken bir saati işe gidiyordum ve belki de uykusuz gözlerimin bana oynadığı bir oyundu bu. Ancak tekrar baktığımda, gördüğüm manzaranın gerçek olduğunu kavrayabildim. Buradaydılar. Bozkırın ortasında bulabildikleri bir derenin üstünde uçuyorlardı.
Oysa benim için, martı demek deniz demekti. Ondandı şaşkınlığım. Atılan bir simit parçası için kavga ederken sesleri dalga seslerine karışan; dalgakıranlarda güneşin keyfini çıkaran, “denizin sokak çocuklarıydı”* onlar. Ama en yakın denize 270 km uzaklıktaki Ankara’da, öylece çıkıvermişlerdi karşıma.

Yemek aşkından mı macera aşkından mı bilinmez, kasım ayında takılıp balık taşıyan arabalara, kilometrelerce uzaktan geliyorlarmış meğer. Geldikleri bu soğuk ve yabancı şehirde, balıkçı kamyonu gidip, denizin olmadığını da fark edince, nasıl da panik oluyorlardır kim bilir. Ama yaşam, devam ediyor bir şekilde. Balık halindeki balıklarla beslenip, Hatip çayında ve Mogan gölünde vakit geçiriyor; havalar ısınıp, balık mevsimi bitince de gidiyorlarmış. Denize ulaşıp ulaşamayacakları meçhul de olsa, terk ediyorlarmış bu şehri.

  Hepimiz, biraz onlar gibiyiz aslında. Yaptığımız seçimlerin bizi götürdüğü yer doğamıza aykırı da olsa, alışıyoruz bir süre sonra. İşe gidiyoruz, yemek yiyoruz, nefes alıyoruz. Yaşamaya devam ediyoruz. Rutinleri, hayattan alınacak keyiflere tercih ediyoruz çoğu zaman. Üstelik onlar kadar cesur da değiliz. Sonunu bilmediğimiz yollara çıkamıyoruz. Neyse ki bizim aramızdan da Jonathan Livingston’lar çıkıyor. Kendimiz doğamızın çağrısına uyamasak da en azından değişime ilişkin ümitlerimiz yaşamaya devam edebiliyor.




  

*Can Yücel - Martılar ki

12 Kasım 2013 Salı

ZEYNEP ELA’NIN İLK ANITKABİR ZİYARETİ

         Zeynep Ela, Pazar günü ilk kez Anıtkabir'e gitti. Aslında ben geçen sene 40 uçurmaya Anıtkabir'e götürmeyi düşünmüştüm, ama havalar o zaman soğuk gittiği için cesaret edememiştik küçücük bebeği götürmeye. Neyse ki dün hava oldukça iyiydi. Biz de dedemizi, anneannemizi aldık düştük yollara.
         İnanılmaz bir kalabalık vardı. Hemen hemen her sene gideriz ama ilk defa bu kadar kalabalık olduğunu görüyorum. Neredeyse 7. Caddeden başlamıştı yoğunluk. Orta refüjler bile arabalarla dolmuştu. Anıt Park’ın oraya geldiğimizde yolun her iki tarafından da insan seli vardı resmen. Biz de arabayı park etmesi için dedemize bıraktık ve düştük yollara.
         Her kesimden, genci, yaşlısı, hatta bebeği bir sürü insanla beraber başladık yürümeye. Yoldan Zeynep Ela’nın taşıyabileceği bir de bayrak aldık. Bayrağı sallaya sallaya gitti küçük hanım.  Biz zaten mozolenin olduğu bölüme girememeyi göze almıştık. Yine de bu kadar büyük bir kalabalık beklemiyorduk. İçeride inanılmaz bir görüntü vardı. Bize bu günleri armağan eden Büyük İnsana sevgi ve saygılarını sunmaya gelenler; kimi zaman sessizce, kimi zaman alkışlayarak kimi zaman da Andımızı okuyarak içeri girme sırasının kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Ama kalabalık bitecek gibi değildi.


         Zeynep Ela’nınsa keyfine diyecek yoktu. Bayrağını sallaya sallaya gezindi durdu. Etrafa gülücükler saçtı. Kucağa gelmek, arabasına oturmak istemedi. Giderken zorla oturttuk.




         Bu 10 Kasım’ı Zeynep Ela hiç hatırlamayacak; ne kadar kalabalık olduğunu hatta rekor kırıldığını, ama fotoğraflara baktığında “ben de oradaydım” diyecek. Neden oraya gittiğimizi de anlamıyor şu anda, ama o bunu anlayacak yaşa geldiğinde, Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı bizim de olmayacağımızı bilecek.

8 Ekim 2013 Salı

ZEYNEP ELA’NIN İLK DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ

Zeynep Ela doğduğunda ilk senemizin göz açıp kapayıncaya kadar biteceğini söyleselerdi inanmazdım. Ama 365 gün çabucak bitti ve biz küçük kızımızın ilk doğum gününü 28 Eylül’de kutladık. Aslında, Zeynep Ela 30 Eylül’de doğdu ama 30 Eylül bu sene pazartesiye geldiğinden, biz de herkes rahat rahat gelebilsin diye cumartesi günü yaptık partiyi.

Temamız uğur böceğiydi. İlk doğduğu zamanlardan beri, uğur böcekli bir doğum günü hayal ediyordum. Başlangıçta sadece kıyafetinin nasıl olacağı vardı kafamda. Ama sonra, internet sitelerini gezdikçe (özellikle Pinterest’i) bir sürü fikir çıktı ortaya. Evde olmanın da verdiği rahatlıkla, bir çoğunu hayata geçirdim. İçimden ne geliyorsa yaptım. İlk doğum gününün onun ve bizim için özel olması için baya uğraştım. Tabii bir sürü yardımcım da vardı. En başta annem ve Ahmet, sonra hem teknik destek hem eşlik konusunda yanımda olan ve fotoğrafları çeken Ceyda, hazırladığımız süslerin kesilmesine yardım eden Özlem, ayağının tozuyla İstanbul'dan gelip kapı süsünü ve çikolataları hazırlayan babaannemiz, temizliğe yardım eden dedemiz, kurabiyeleri yaptıran, yemek hazırlığı ve çocuklarla ilgilenen halamız...
Zeynep Ela'nın doğum günü kıyafetini anneannesi ile birlikte hazırladık. Tütüsünü anneannesi dikti. Kırmızı üzerine siyah puanlı tülü çok aradık ama bulamayınca, keçeden küçük yuvarlaklar kestim ve üzerine diktik. Üzerine siyah tişört alalım dedik, hatta tişört için uğur böcekli bir yapıştırma bile bulduk, ama siyah düz tişört bulamayınca ben de Tish-odan üzerinde ismi yazan bir tane sipariş ettim. Kanatları ve tacı da internetten alınca bizim küçük cadı siyah çorapları ve kırmızı rugan ayakkabılarıyla tam bir uğur böceği oldu. Gerçi tacı kafasında pek durdurmadı ama olsun:)

      Sonra fotoğrafçıya gidip fotoğraf çektirdik. Evde biz de güzel pozlar yakalıyoruz ama daha profesyonel olsun istedim. Oturduğumuz semtte bir yere gittik, fena da olmadı. Sonra o fotoğrafı, davetiyede (Bilgisayarda kendim hazırlayıp telefonla gönderdim. O kadar da abartmadım yani:)) afişte ve hediye etmek için hazırlattırdığım magnetlerde de kullandık. 

        Partide kullanacağımız süslemeleri ve balonları bulabilmek için Ankara'da bir sürü yer gezdim, ama ne yazık ki uğur böcekli bir şeyler bulamadım. Ben de bir kısmını internetten satın aldım, bir kısmını da kendim yaptım. Kendim yaptım dediysem, neyse ki bu konuda hazırlanmış ve ücretsiz olan bir sürü parti malzemesi var, ben sadece bize göre uyarladım ve bastırdım. Gerçi, Hazırladığım banner çiçek şeklinde olduğunda kesim aşamasında epey zorladı bizi. Bir daha ki sefere dörtgen yapmam için Özlem ve Ahmet'ten kesin talimat aldım:)) Şişe yazılarını da sağolsun Ahmet kesip yapıştırdı. Ayrıca, bizim takmamız için üstünde keçeden uğur böceği olan taçlar hazırladım. 


            Aslında ben gelen misafirlerimize uğur böceği şeklinde çikolata dağıtmak istiyordum. Ama alacağım site pek güvenli gelmeyince, kırmızı kare çikolatalar aldık. Babaannemiz üzerlerine kurdeleler yaptı. Uğur böceklerini de yapıştırınca hazır alınmıştan daha güzel oldu. Kapı süsümüze de bir sürü insanın eli değdi. Ahmet kaplamasını yaptı, ben keçeden "HOŞGELDİNİZ" yazısını hazırladım. Son dokunuşlar yine babaannemizden geldi.


            Gelen misafirlerimize Zeynep Ela'nın da hediyeleri vardı. Magnet ve çikolatanın olduğu küçük bir poşet ile halamızın hazırlattığı uğurböcekli kurabiyeler.


      Büyük gün gelip çattığında, bir çok şey hazırdı. Süslemeleri bir gece önceden bitirmiştik. Sadece biraz daha balon ekledik. Cupcakeleri, havuçlu salatayı ve böreği de bir gece önceden hazırladım. Cumartesi gününe sadece cupcakelerin kreması, havuçlu salatanın karışması ve böreğin pişmesi kaldı. Halamız kus kus salatasını güzel yaptığından, ona hazırlattık. Annem patatesli midye börekle, halam elmalı kurabiyeyle, kuzenlerim de başka bir kus kus salatasıyla soframızı  zenginleştirdi. Pasta gelip, masa için aldığım süsler de konulunca, artık partinin başlama zamanı gelmişti.


         Partiler misafirsiz olur mu, olmaz tabii. Neyse ki böyle günlerde bizi yalnız bırakmayan sevdiklerimiz var. Onlar olmasaydı, bu kadar keyifli bir gün geçiremezdik.



             Zeynep Ela bütün günü, o kucak senin bu kucak benim eğlenerek geçirdi. Uykusunun geldiği zaman dışında  hep keyifliydi. Zaten en sevdiği şeydir etrafında insanlar olması.

      Günün sonunda ise hepimizde tatlı bir yorgunluk vardı. Zeynep Ela sadece fotoğraflarını görecek, hatırlamayacak olsa da ilk doğum günü çok güzel geçti. Onun için de eğlendiği, oyunlar oynadığı güzel bir gün oldu. Kapanışı da babaannesi ve anneannesiyle yaptı.






       

       





               




              
            


             








4 Ekim 2013 Cuma

ABLA KARDEŞİN HEDİYELERİ

         Zeynep Ela’nın ablası, bizim ilk göz ağrımız Özge’miz geçen hafta bizdeydi. Zeynep Ela’nın ilk doğum gününü kutlamak için gelmişlerdi. İki kuzeni bir arada oynarken izlemek çok keyifliydi. Arada kıskançlıklar olsa da abla kardeş çok güzel anlaştılar.

         Bizim iki ufaklığın doğum günleri arasında sadece iki gün fark var. Özge 28 Eylül, Zeynep Ela ise 30 Eylül doğumlu. Üstelik bizim küçük hanımın doğum gününü haftasonu olduğu için 28 Eylülde kutlamaya karar verince; ablamızın da üzülüp kıskanmaması için güzel bir oyuncak alalım diye düşündük, dayısıyla. Bir yandan da doğum günü hazırlıklarıyla uğraştığımızdan çok fazla vaktimiz de yoktu. Aklımıza daha önce Zeynep Ela’ya “İlk Araba”sını aldığımız Toyzzshop geldi. En büyük avantajımız ise Toyzzshop ‘daki oyuncakların kategorilere ayrılmış olması oldu. Böylece hem 1 yaşına, hem de 4 yaşına girecek iki kızımıza aynı anda hediye seçebildik.
         Gerçi o kadar seçenek arasında seçim yapmak, hiç kolay olmadı. O kadar güzel oyuncaklar var ki hangisini seçeceğimize karar verebilmek için kız oyuncaklarının, 0-4 yaş kategorisinde yer alan  oyuncakların listesine 2 kez bakmamız gerekti. Zor da olsa Özge için prenses takı seti ve bir de bebek  aldık.  Zeynep Ela için seçim yapmak ise daha kolay oldu. Çünkü, Playskool’un Oyuncu Zürafasına görür görmez bayıldık.
         Özge’nin hediyesini onun için yaptığımız doğum günü partisinde verdik. Herkes hediyesini verdikten sora sıra bizimkine gelmişti. Prenses Takı Setini görünce,  o kadar mutlu oldu ki diğer hediyeleri hatta bebeği bile gözü görmedi. Hemen takıp takıştırdık ve poz verdi küçük prensesimiz. Zaten her küçük kızın içinde prenses olma hayali yok mudur?


         Küçük cadının hediyesini ise doğum gününde verdik. Renkli toplar çok ilgisini çekti. Topları fırlatma kısmına yerleştiriyor, ama iş fırlatmaya gelince onun yerine eline almayı tercih ediyor. Gerçi arada sırada topları zürafaya attırdığı da oluyor.


        

















         Sanırım bir çocuğu mutlu etmekten daha güzel hiçbir şey olamaz. İki çocuğu mutlu etmekse paha biçilemez.

29 Eylül 2013 Pazar

BUGÜN ZEYNEP ELA'NIN DOĞUMGÜNÜ



Uğur böceğim,
Sen dünyamıza geleli, tam bir yıl oldu. Bir yıl önce gecenin bir yarısı, artık zamanı geldi ben geliyorum hazır olun dedin. Evde sabaha kadar ve hastanede akşama kadar bekledik heyecanla. Saat 17.12’de ilk kez duyduk sesini. Sonra kucağıma aldım seni. Hayatımda hiç bu kadar çok duyguyu bir arada yaşamamıştım. Hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım.
Şimdi inanamıyorum, bir yılın geçtiğine. Ne kadar da çabuk geçmiş günler. O minicik bebek büyümüş; güler yüzlü, sıcakkanlı, bebek resimlerini öpecek kadar sevecen ama bir o kadar da inatçı bir küçük hanım olmuş.
İyi ki doğdun bebeğim, iyi ki varsın. Yüzünden gülücüklerin, hayatından sevdiğin insanların eksik olmadığı; daha nice sağlıklı ve mutlu yıllar geçirmeni dilerim.


17 Eylül 2013 Salı

ZEYNEP ELA ARTIK ODASINDA

         Zeynep Ela doğduğundan beri gündüzleri uykuyu sevmeyen bir bebek oldu. Kucağımda uyuyor, yatağına koyunca uyanıyordu. Bir çok şey denedik. Yatağın titreşimi, saç kurutma makinesi, şarjlı süpürge, ayakta sallama... Bin bir zorlukla uyuttuğumuzda da en fazla 20-25 dakika uyuyordu. Geceleri biraz daha rahattık. Sadece emmek için uyanıyor, sonra dalıyordu.
         Okuduğum kaynaklar bebeklerin ilk üç ay istedikleri gibi uyutulmaları gerektiğini söylüyordu. Biz de sabrettik. 4. aya geldiğimizde radikal bir karar aldım ve ayakta ya da yatakta sallamadan, yatağa yatırıp pişpişleyerek uyutmaya başladım. Başlangıçta oldukça zorlandıysak da alıştı. Yatağının yanına koyduğum tabureye oturup uyutuyordum. Bazen 45 dakikayı buluyordu dalması ve ben o taburenin üstünde dakikalarca oturuyordum.
          Sonra ağrılarım başladı. Kalçamdaki yoğun ağrı yüzünden o taburede oturmak çok zorlaşınca, yanında yatarak uyutmaya başladım. Sonra geceleri de yanımda uyumaya başladı. İtiraf etmek gerekirse, ben de bundan çok hoşlanıyordum. Kızıma sarılarak, onun kokusuyla yatmak çok büyük bir keyifti. Ama aynı şeyi Ahmet için söyleyemeyeceğim. Biz kızımla keyifli keyifli uyurken, o oturma odasındaki kanepede uyumak zorunda kalıyordu.
        Bir ara ağrılarım hafifler gibi olunca, kendi yatağına almayı düşündüysek de önümüzdeki uzun tatil ve tatilde birlikte yatacak olmamız kafasını karıştırmasın diye tatilden dönüşe bıraktık. Tatil dönüşü, oldukça zorlansak da kendi yatağında yatmaya başladı. Ama benimle yatarken uyanmayan küçük hanım her gece saat 5 te uyanıyordu. Uykunun en tatlı yerinde dakikalarca uyutmaya çalışıp, hiç bir işe yaramayınca yine yanımda yatırıyordum. (Evet biliyorum çocuğun kafasını baya karıştırdım:)) Bir de üstüne hastalanıp, ateşlenince tekrar eskiye dönüş yaptık.
         Bu sefer benim içim hiç rahat değildi. Çünkü büyüdükçe ayrılmak zorlaşacaktı, ayrıca işe başladığımda anneannesinde kalacağından park yatağı oraya götürmeye karar vermiştik. Park yatakta yatmaya başlarsa bir de kendi odasındaki yatağa alışma süresi geçirecekti ve işe başlamama 1,5 ay kalmıştı.Yapılacak en mantıklı şey kendi odasına ve kendi yatağına alıştırmaktı.
         30 Ağustos'ta, ertesi günün tatil olmasını da fırsat bilerek, başladık yatağında yatırmaya. Ben de o biraz alışana kadar odadaki yatakta yatacaktım. Zor olacağını biliyordum ama bu kadar olacağını tahmin etmemiştim. İlk uykuya dalarken fazla zorluk çıkartmayınca sevinmiştim, çok erken bir sevinçmiş. Gece çığlıklar içinde uyandık. Biraz rahatlatmak için kucağıma aldığımda susuyor, ama yatağa yatırdığımda tekrar çığlık atmaya başlıyordu. Bir saatten fazla ağladı tam bir sinir harbiydi. Bir yandan ağladığı için kahroluyorsun, diğer yandan kararlı olup yatağında uyutmaya uğraşıyorsun, bir de üstüne babasına ağlamasının normal olduğunu şimdi yanıma alırsam bir daha yatağında yatıramayacağını anlatmaya çalışıyorsun. Üstelik bunları uykulu bir halde yapıyorsun.Çok uğraştım o gece, ama sonunda uyudu. O zamandan beri evdeki tüm uykularını odasında, yatağında uyuyor. Geceleri 2-3 kez ağlayarak uyansa da bir daha hiç o geceki gibi bir ağlama krizi yaşamadık.
          Hala, ilk aylarında olduğu gibi, uykuya dalmakta zorlanıyor. Ninnili oyuncağını açıp, pişpiş yapıyorum uyutmak için. Ben de yatağın yanına koyduğum sandalyede oturuyorum. Hemen oyuna çeviriyor, ayağa kalkmak istiyor. Bazen dalması 45 dakikayı buluyor. Hatta dün tam iki saat sürdü uykuya geçmesi. En kötüsü de, 45 dakikada daldığı uykudan bazen 40 dakika sonra uyanıyor. Durum böyle olunca hala kendi kendine uyuması için uğraşmaya başlamadım.Kim West'in tekniği mantıklı gelse de, uyumak istemeyen bir çocuk söz konusu olunca sandalyenin yerini değiştirmek öyle kolay olmuyor. Bir de önceliği yatağa alışmasına verdim.
          Henüz kendi kendine uykuya geçemese de, 15 Eylülden beri odada tek başına uyuyor uğur böceğim. 2 haftayı yanındaki yatakta geçirdikten sonra, artık odama döndüm. En büyük endişem sesini duyamamaktı, yazlık için aldığımız bebek telsizi sayesinde bu sorun da ortadan kalktı. Benim odadan ayrılmam da bir şeyi değiştirmedi. Ben orda yatarken uyandığından daha fazla uyanmıyor. Şimdilik alışmış gibi görünüyor. Umarım yakında kendi kendine dalmaya da alışır.
                 
       
       

6 Eylül 2013 Cuma

ZEYNEP ELA'NIN ÇORBASI

         (YA DA BİR BEN EKSİĞİM ÇORBASI:)))
         
         Aslında ben pek çorba sevmem. Çorbayla karnımı doyurmaktansa başka şeyler yemeği tercih ederim. Ama Zeynep Ela ek gıdalara başladıktan sonra durum değişti. Çünkü sadece ona göre çorbalar değil bizim de yiyeceğimiz çorbalar yapınca kendimi çorba yerken buldum. Yine de zaman zaman sadece onun yiyeceği çorbalar da yapıyorum. Sevdiği yiyecekler daha çok bana benzediğinden, başta hoşuna gitmeyeceğini düşünsem de Zeynep Ela beni yanıltıp bayıla bayıla yiyince, ben de sık sık yapmaya başladım. Hatta genelde biraz fazla yapıp buzluğa atıyorum, böylece uğur böceğine uygun bir yemek olmadığında ne pişireceğim diye düşünmüyorum.
         Gelelim malzemelere, ben evde hangi sebzeler varsa onları koyuyorum. En son yaptığımda:
          1 patates,
          1 kabak,
          1 havuç,
          1 soğan,
          Bir tutam ıspanak,
          Biraz bezelye,
          Biraz kereviz,
          Bir kaç yeşil fasülye,
          1 kaşık kırmızı mercimek,
          1 kaşık yeşil mercimek,
          1 kaşık buğday,
          1 kaşık pirinç vardı. Bezelye ve kerevizi daha önce dondurduklarımdan kullandım. 
          Önce doğranması gereken tüm malzemeyi doğradım. Sonra soğan ve havuçtan başlayarak tüm sebzeleri zeytinyağında biraz kavurdum. Mercimekleri, buğdayı,  pirinci ve suyu ekleyip, sebzeler yumuşayana kadar haşladım.


            
       En son rondadan geçirip 2 gün yiyeceği kadarını ayırıp, gerisini buzluğa kaldırdım. Ayırdığım çorbanın içine daha önceden hazırladığım kemik suyunu da ekledim. Çorbanın son halinin fotoğrafını çekmeyi unutmuşum. Görüntü açısından (yeşilimsi rengiyle) pek hoş olmasa da, tat olarak iyi oldu.
          
 
     

17 Ağustos 2013 Cumartesi

ZEYNEP ELA'NIN OYUNCAKLARI

Çok uzun zamandır, Zeynep Ela’nın en sevdiği şey ellerimizden tutup bir oraya bir buraya yürümek. O kadar hoşuna gidiyor ki, kucağımıza aldığımızda çığlığı basıyor. Bu durum onun için ne kadar keyifliyse, bizim için de o kadar yorucu oluyor. Bir de üstüne ellerimizden tutarken etrafımızdakilerin, özellikle pimpirikli dedemizin, kollarının acıyacağını hatta çıkacağını söylemeleri eklenince, başladık bir çare düşünmeye.
Önce aklımıza yürüteç geldi. Ama doktorumuz yürümesini geciktireceğini ve kazalara sebep olabileceğini söyleyince vazgeçtik. Biz vazgeçtik geçmesine de, bizim küçük hanım hala yürüyeceğim diye tutturmaya devam ediyordu. Aklımıza yürüme yardımcıları geldi. Şimdi yürür sonra da üstüne biner diye düşündük ama onlar da çok pahalıydı. 
Geçenlerde Toyzz Shop'un internet sitesindeki oyuncaklara göz atarken, 0-3 yaş kategorisinde aklımıza en çok yatan yürüme yardımcısı olan Playskool İlk Arabam'ın indirime girdiğini görünce dayanamayıp aldım. Heyecanla beklemeye başladım. Zeynep Ela’nın nasıl tepki vereceğini çok merak ediyordum. Üç gün sonra sipariş elimdeydi. Allahtan annem de o sırada bizdeydi. O olmasaydı arabayı kurmak için Ahmet’i beklememiz gerekecekti. Hemen kurmaya başladım. Zeynep Ela’da bir yandan merakla beni izliyor, bir yandan da parçaları eline almaya çalışıyordu. 

Sonunda oyuncağı kurup denemeye başladığımızda Zeynep Ela’nın çok hoşuna gitti. Henüz dengesini tam sağlayamadığından, bizim için pek değişen bir şey olmasa da onun için farklı bir yürüme çalışması oldu. Gerçi üstüne oturmak ona daha cazip geldi. Ayrıca, oyuncağın üstündeki değişik renklerde ve ses çıkaran parçalar da oldukça dikkatini çekti.  Ama hala, yürümek için bizim ellerinden tutmamızı istiyor. Anlaşılan, İlk Arabamı kullanabilmek için biraz daha zamana ihtiyacımız olacak.



15 Ağustos 2013 Perşembe

ZEYNEP ELA UYURKEN

        Çok sevdiğim bir öğretmenim,  bloğunda: “Siz hiçbir bebeği uyurken gördünüz mü? Eğer seyretmediyseniz uyurken bir bebeği, dünyanın en güzel şeyinden habersizsiniz demektir.” diyordu Salı günkü yazısında.
         Gerçekten de dünyanın en güzel manzarasıdır, uyuyan bir bebek görüntüsü. Öylesine huzurludurlar ki uyurken. İnsan bu dünyadan olduklarına inanamaz. Uyanıkken size kök söktürmüş olsa da, uyuyan o değil bir melektir sanki. Hele bir de gülümserse uyurken…
         11 aydır en sevdiğim şey kızımı uyurken izlemek. O huzur içinde, zaman zaman gülümseyerek uyurken… Eskiden nasıl koyuyorsak öyle yatıyordu, bu aralar dönüyor; sesler çıkarıyor; eğer hastaysa sanki yastık bile rahatsız ediyor, ordan oraya atıyor kendini. Daha çok yan dönmeyi tercih ediyor uykuya dalarken. Birlikte uyuyorsak, yanaklarımı okşuyor; arkasını dönmüşse bazen kontrol ediyor orda mıyım diye.


         Zeynep Ela’nın o kadar çok resmini çekmişim ki uyurken. Akıp giden zamana inat, saklamak için o anları. İlk başlarda kolay da değildi hani. 15-20 dakika uyuyordu küçük hanım. O araya yapılacak birkaç şeyin yanında, fotoğraf çekmeyi de sıkıştırmak gerekiyordu. Şimdilerdeyse değişik yatma şekillerini çekiyorum. O kadar deli yatıyor ki, daracık park yatağının içinde bile dönüp uyanmayı başarıyor.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

NAZLI AİLESİ KÖYÜNE DÖNDÜ

         Sonunda evimizdeyiz. Evi bu kadar özleyebileceğimi düşünmemiştim hiç. Zaten, üniversiteden beri de hiç bu kadar uzun tatil yapmamıştım. Hep birer haftalık, en çok iki haftalık tatillerden sonra dört hafta oldukça uzun geldi ve benim gibi gezmeyi, denizi seven biri bile özledi evini.
         Bu sene, benim ücretsiz izinde olmamı da fırsat bilip uzun bir tatil planlamıştık. Zeynep Ela ilk kez denize gireceği için de oldukça heyecanlıydık. Ama planlarımız o kadar değişti ki, bir ara hiç gidemeyeceğiz diye düşünmeye başladım. Önce belirlediğimiz tarihte kuzenimin mezuniyeti olunca, bir hafta ertelemek durumunda kaldık. Sonra, Maliye Bakanlığı’nın bütçe çağrısını yapması yüzünden Ahmet’in gelme durumu sıkıntıya girdi. Beş gün gelecek, üç gün gelecek derken bir de baktık ki gelemiyor. Bizim için oldukça moral bozucuydu. Neyse ki tatilin sonunda bize katıldı da, eksik başlayan tatilimiz tamam oldu.
         29 Haziran’da düştük yollara. İlk istikamet Fethiye, halamların eviydi. Zeynep Ela ile daha önce de yolculuk yapmıştık ama ilk defa bu kadar sıcakta ve bu kadar uzun bir yolculuk yapacağımız için biraz endişeliydim. Aslında korktuğum kadar kötü olmadı. Sadece yolculuğun sonlarına doğru biraz arıza çıkardı, ki biz bile sıcaktan bunalmıştık.
          En çok merak ettiğimiz, Zeynep Ela’nın denizde ne yapacağıydı. Gerçi yıkanmayı sevdiği için denizi de seveceğini düşünmüştüm. Düşündüğüm gibi de oldu. Denizin içinde olmayı da kenarında yürümeyi de çok sevdi. Simidine kurulup ayaklarını çırptı. Fethiye’de geçirdiğimiz bir hafta halamlarla, kuzenim ve ailesiyle oldukça güzel geçti. Gittiğimiz Yaka Park ve Günlüklü Koyu kesinlikle tekrar gidilmesi gereken yerler listeme girdi.

         Bir hafta sonunda tekrar düştük yollara, yine bunaltıcı bir yolculuktan sonra Dikili’ye vardık. Dikili, diğer ilçelerin aksine çok fazla turistin gelmediği, oldukça sakin bir Ege ilçesi. Çok fazla eğlence aramayan, kafa dinlemek isteyenler için bire bir. Yani, tam bize göre. Zaten etrafta o kadar çok tanıdık var ki, sıkılma ihtimali de pek yok.
         Zeynep Ela’nın keyfi de oldukça yerindeydi. Denize giriyor, parkta sallanıyor, kucaktan kucağa geziyordu. Bütün bunlara bir de havuz sefaları eklenince oldukça eğleniyordu küçük hanım. Anneanne ve dedeyle tatil yapıyor olmanın tüm imkanlarını kullandık. Hiç yalnız kalmadı. Ya dedede ya anneannedeydi. En güzeli ise, sabahları Zeynep Ela’yı onlara verip biraz daha uyuyabilmekti. Tek sıkıntımız babamızın olmamasıydı. Dilimizde “yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz, hoop ordayız” şarkısı, gün sayıyorduk.  

          Temmuzun 18’inde oldukça maceralı bir yolculuktan sonra, Ahmet de katıldı aramıza. Baba kızın buluşması çok etkileyiciydi. Daha önce bir hafta ayrı kalmışlardı ama dile kolay üç hafta olmuştu bu sefer. Kapıda görür görmez gülücüler atmaya başladı babasına. Kucağına atıldı ve ondan sonra bana bile gelmedi. Sürekli yüzünü okşayıp, öpüyordu. Sonradan kameraya çekmediğime çok üzüldüm bu özel anları.

         



           Bu arada babaannemiz ve dedemiz de Ören’e gelmişlerdi. Onları ziyaret etmemek olmazdı. Önce cümbür cemaat biz gittik, sonra onlar geldi. Aslında onlarla birlikte gidip, kalacaktık ama Zeynep Ela huzursuz bir gün geçirince vaz geçtik. Onun yerine bir gün sonra tekrar ziyaretlerine gittik. Hem birlikte vakit geçirmiş olduk, hem de Ahmet uzun zamandır yemediği göbeteyi (bir çeşit Tatar böreği) yeme fırsatı buldu.

         Yoğun geçen bu birkaç günden sonra, tatilin son günlerini genelde dinlenerek ve denize girerek geçirdik. Ama Ayvalık ve Cunda’ya gitmeden dönmek olmazdı. Gitmişken Ayvalık pazarını gezip, Cunda’da da balık yiyip döndük.

         Cumartesi günü, dönüş günüydü. Çok erken çıkamadığımızdan geç bir saatte girdik Ankara’ya. İftar saati olduğundan sakindi yollar. Anneannemin evine geldiğimizde, bütün aile yorgunluktan bitkin düşmüştük.

         Bir haftadır Ankara’dayız, ama daha kendimize gelemedik. Bir de üstüne Zeynep Ela’yı yeni uyku düzenine alıştırmaya çalışmak ve o kalabalıktan sonra tek başımıza kalmamız eklenince tatil yazısını yazmak da bu güne kısmet oldu.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

ZEYNEP ELA 9. AYINI DA BİTİRDİ

         9. ayı da bitirdik. Hatta 10. aydan da 10 gün aldık. Ne kadar da çabuk geçiyor zaman. Çalışırken bir türlü geçmek bilmezdi. Şimdiyse akrep, yelkovanı son hızla kovalıyor sanki. 6. Ay yazısını daha yeni yazmıştım ki 9. ay da bitti.

         Geçen 3 ayı da dolu dolu geçirdik. Gezmelere son hız devam ettik. Sanırım bu konuda bize çekmiş, gezerken gayet mutlu oluyor. Biz de bunu fırsat bilip; bu 3 aya İstanbul, Malatya, Fethiye ve İzmir seyahati sığdırdık. Yeni insanlar tanıdı, bir sürü değişik yüz gördü, otobüsten uçağa değişik ulaşım yollarını denedi. Hiçbirini hatırlamayacak olsa da oldukça keyifli zaman geçirdi. Tek sıkıntı, bu gezilerin çoğuna babamızın katılamaması oldu.

Zeynep Ela’nın yaptıklarına gelirsek;
        
         Gelişim: Boyu 70 cm, kilosu ise 8690 gr oldu. Doktorumuz boyu ile kilosunun orantılı olduğunu ve bu ay için ortalama ölçülere uyduğunu söyledi. Artık ağzında 8 tane dişi var ve huzursuzluğuna bakılacak olursa yenileri de yolda. Çok rahat bir şekilde dönebiliyor. Henüz kendi kendine ayağa kalkamasa da bazen benim üstüme tırmanıp ayağa kalkabiliyor. Hiçbir emekleme belirtisi göstermiyor ama iki elinde tutulup yürütülmesine bayılıyor, hatta kucağımıza almamıza kızıyor. Kucağımızda otururken kayıp yere inebiliyor. Kızdığını çok açık bir şekilde (iki elini yumruk yapıp bağırarak) belli ediyor ve ona kızıldığını anlıyor. İlk gördüğü insanları yabancılasa da bir süre sonra alışıyor.



         Uyku: Uykularımız biraz düzelmekle birlikte, henüz tam düzene girmedi. Gün içerisinde ne kadar uyuyacağı belli olmuyor. Genelde gündüz 2 kere yatırıyorum ve yaklaşık 1 saat uyuyor. Bu 1 saat bazen 45 dakika, bazen de 2 saat olabiliyor. İlginç olanı ise evde kesintili olarak uyurken, dışarıda kesintisiz 1 saat hatta daha fazla uyuyabiliyor. Hala benimle uyuyor. Ama tatilden dönüşte, önce yatağına sonra da odasına geçmesi için uğraşacağım.

         Yemek: Artık günde 3 kez emiyor. Sabah kalkar kalkmaz, öğlen ve gece yatarken. Doktorumuz ikiye de düşürülebileceğini söyledi ama işe başlayana kadar böyle devam etmeyi düşünüyorum. Kalktıktan 2-3 saat sonra kahvaltı yapıyor. Gün aşırı yumurta yedirmeye çalışıyorum. Çalışıyorum çünkü yumurtayı sevmiyor. Ama peyniri, tereyağı, domatesi gayet güzel yiyor. Bazen verdiğim kaşık mamasını da seviyor. Öğleden sonra genelde çorba yiyor. Tarhana çorbasını çok seviyor. Diğer birçok çorbayı da önce kokluyor, sonra tadına bakıyor, hoşuna giderse yiyor. Akşamları genelde biz ne yersek ondan yediriyorum. Özellikle bir öğün et yemesi için uğraşıyorum. Allahtan hem kırmızı eti, hem de balığı çok sevdi. Tavuğa güvenemediğim için sadece konserve mamalarındaki tavuk etini yiyor. Yoğurdu hala sevmiyor, meyveli olmazsa yemiyor ama en azından 100 gr kadar vermeğe çalıyorum. Meyvelerde ise sıkıntı yok, şimdiye kadar reddettiği olmadı.

       

         Sevdikleri/Sevmedikleri: Ellerinden tutulup yürümeyi, salıncakta sallanmayı, deniz ya da havuz fark etmez suda olmayı, gezmeyi, balonları çok seviyor.
         Zorla bir şeyler yaptırılmaya çalışılmasını, elindekinin alınmasını, yüz üstü yatmayı, yalnız kalmayı ise sevmiyor. En çok yalnız kalmak istememesi zorluyor beni. Onu bırakıp lavaboya gitmemi bile istemiyor. Çok ağlıyor. Bu bir süreç mi, yaksa bir yerde hata mı yaptım bilemiyorum. Umarım işe başladığımda çok sıkıntı yaşamayız.
        

        

        Nasıl geçtiğini anlamadığım bir üç ayı daha geride bıraktık. Bu üç ayı da çok şükür ki ciddi bir sıkıntı yaşamadan geçirdik. Hava değişimlerinden etkilenir mi diye endişelendiysem de, neyse ki hasta olmadan atlattık. Hatta o değil ben hasta oldum:) Gezmeci kızım benden dayanıklı çıktı. Umarım hep böyle devam eder.












6 Temmuz 2013 Cumartesi

TEKRAR MERHABA

              Bir aydan çok olmuş yazmayalı. Ülkede yaşananlar, adaletsizlik, bir kelime ile bitebilecek olayların bu kadar büyümesi, ölenler, yaralananlar... Bu kadar sıkıntı varken gelmedi içimden.
         Şehrine sahip çıkmak isteyen bir avuç insanla başlayan protestoların bu noktaya geleceğini, herkes gibi ben de tahmin etmemiştim. Bu kadar tepkisiz bir toplumda yaşarken, tahmin edebilecek çok fazla insan olduğunu da düşünmüyorum. Anlaşılan bizim ülkemizde yaşayan sessiz çoğunluğun da bir son noktası varmış.
         Gezi Parkı’nda ve sonrasında yaşananlar geleceğe dair umutlarımı biraz arttırmış olsa da; her şeyin ne kadar farklı yaşanabileceğini düşündükçe ölenler ve yaralananlar için içim acıyor. Yapılacak şey yargı kararlarını uygulamakken, bir inatlaşma uğruna ülkenin ve insanların neler kaybedebileceğini görmek çok yıpratıcıydı. Başka zaman olsa yan yana gelmeyecek insanların haksızlıklar karşısında tek yürek olabilmeleri, ülkede zeki ve mizah duygusuna sahip bu kadar insan olduğunu bilmek ise biraz da olsa yüreğimi ferahlattı.

         Her ne kadar protestolara katılamadıysam da kalbim polisin orantısız güç kullanımı karşısında, sadece orantısız zeka kullanan, protesto ettikleri alanları temizleyen, barışçıl bir şekilde haklarını savunanların yanındaydı. 
         Yazmayalı bir sürü de konu birikmiş. Malatya seyahati, 9. ayın bitmesi, tatil... Yazacak bir sürü haber var bizden. Umarım bu kadar ara vermeden yazabilirim hepsini. Sanki ara verdikçe insanın yazması da zorlaşıyor, gözünde büyüyor. En iyisi çok ara vermemek.

28 Mayıs 2013 Salı

İMZA:KARIN

              Farklı yaşlarda, farklı eğitim ve yetiştirme biçimlerinden gelen kadınların eşlerine, sevgililerine, geçmişlerindeki veya geleceklerinde düşledikleri adamlara yazdıkları mektuplardan oluşan bir kitap “İmza:Karın”. Sevdikleri adamlara olan aşklarını, tutkularını; kimi zaman da kızgınlıklarını, nefretlerini dökmüşler satırlara.


Aslında, bir kitapçı rafında çok da ilgimi çekmeyecek bir kitap “İmza:Karın”. Arkadaşımın eli değmese, belki de farkında bile olmazdım. Ama okudukça hoşuma gitti. Sanki, evlerin pencerelerinden bakmak gibiydi. Kimi zaman gülümseyerek, kimi zaman da hüzünle okudum mektupları. Kimi mektuplardaki yıllara meydan okuyan aşkları okudukça, bir gün ben de o satırları yazabilmeyi diledim. Elbette her mektup aynı tatta değildi, sıkıldıklarım da oldu. Yine de kitabın genelini beğendim.
Kitabı almama neden olan Bahar’ın yazısını ise, tıpkı blog(www.ardaninannesi.com) yazıları gibi keyifle okudum. Sevdiğim birinin ismini, bir kitabın içinde de olsa görmek çok güzel bir histi. Kitabın kapağında görmek kim bilir nasıl olur? Umarım Bahar bizi bunun için çok bekletmez:))))   

19 Mayıs 2013 Pazar

İLK DOLMA DENEMESİ



         Dolma, sevgili eşimin en sevdiği yemeklerden. Hangi türü olursa olsun severek yer. Bugüne kadar, ya annem ve anneannemde yedik; ya da sağ olsunlar onlar pişirdikçe gönderdiler. Bense hiç bulaşmadım bu işe, bu haftaya kadar.
         Bu hafta, ben yaparım bu işi dedim. Ne kadar zor olabilirdi ki! Sadece biraz zamanımı alır dedim. Pazardan bir kilo tombik kabak aldırdım, dolaptan kıymayı çıkarttım, internetten tariflere baktım. Babam da gelip Zeynep Ela ile ilgilenmeye başlayınca, artık dolma yapmak için önümde hiçbir engel kalmamıştı.
         Dolaptan çıkarttığım 200-250 gr kıymayı, iki soğanı, bir çay bardağından biraz fazla kıymayı, yarım demet maydanozu bir kaşık salça, yağ, nane, karabiber ve tuzla güzelce karıştırdım. Aslında miktar biraz fazla geldi gözüme, ama çok da önemsemedim ve kabakları oymaya verdim kendimi. Sonra kabaklar doldukça, için kalacağı endişesi başladı ve tabii ki hazırladığım iç fazla geldi. Kıymayı buzluktan çıkarttığımdan, içi tekrar buzluğa da koyamazdım.
Allahtan bir marketin üzerinde oturuyoruz da aşağı inip bir kilo daha kabak aldım. Ama ikinci kilo biterken hala, en az iki kabak daha dolduracak içim kalmıştı elimde. Kalan içi de doldurduğum kabaklara paylaştırıp, göz kararı salçalı su ekledim. Tabii ki benim gözümün kararı yine çok geldiJ

         Sonuçta, koca bir tencereyi doldursa da, biraz fazla sulu olsa da lezzetli bir dolma ortaya çıktı. En önemlisi, Ahmet beğendi. Benim için oldukça yorucu bir deneyim olmakla birlikte; dolma pişirdim dediğimde, “gerçekten mi” diye sorarken sesindeki mutluluk tınısı her şeye değerdi. Afiyet olsunJ

        
           

12 Mayıs 2013 Pazar

İLK ANNELER GÜNÜ


         Bu benim bebeğimle geçirdiğim ilk anneler günüm. Geçen sene anneler gününde ilk kez kıpırtılarını hissettiğim bebeğim artık kucağımda. Ahmet sağ olsun, geçen sene de kutlamıştı, ama Zeynep Ela’nın varlığı bugünü daha da anlamlı kıldı.
         Günün sabahı omzumdaki tutulma nedeniyle keyifli başlamasa da, anneannemizde yaptığımız kahvaltı ve büyük anneannemizde yediğimiz akşam yemeği ile oldukça keyifli bir şekilde bitti. 
          

             Başta annem ve anneannem olmak üzere tüm annelerin, anne adaylarının ve müstakbel annelerin anneler günü kutlu olsun. 

3 Mayıs 2013 Cuma

AHMET 34 YAŞINDA

           Bugün sevdiğim adamın, kocamın doğum günü. 34 yıl önce bugün karar vermiş dünyaya gelmeye. İyi ki de gelmiş:)
           Doğum günün kutlu olsun sevgilim.Birlikte, mutlu, sağlıklı daha nice yıllara....

2 Mayıs 2013 Perşembe

ZEYNEP ELA'NIN DİŞİ ÇIKTI


ZEYNEP ELA’NIN ÇIKAN DİŞLERİ ANKARA VE İSTANBUL’DA TÖRENLERLE KUTLANDIJ

         Zeynep Ela, diş çıkartma konusunda biraz erken davrandı. 4. ayımız bittiğinde alttaki iki dişimiz de kendini göstermişti. Halamızın ortaya attığı diş buğdayı fikri,  benim de aklıma yatınca başladım internetten araştırmaya. Bir yandan da babaannemizden gelecek haberleri bekliyorduk. Doktor, yeni ameliyat olan babaannemize seyahat izni vermeyince; biz de önce Ankara’da, sonra da İstanbul’da iki kutlama yapmaya karar verdik. Ben o sırada Gülcihan Halamın da burada olacağını düşünüp, ona göre tarih belirlemiştim.  Ama onun diş buğdayına kalamayacağını öğrenince bizim diş buğdayı kutlaması üçe çıktı. (Burada, görmemişin bir kızı olmuş, üç diş buğdayı yapmış dediğinizi duyar gibi oluyorumJ)
         İlk kutlama, anneannemizin evinde oldu. Zeynep Ela’nın dişlerini ilk gören olduğu halde, o gün nöbette olacağı için gelemeyecek olan Özlem teyzemiz ve halam için yaptık. Annem, ilk defa pişireceğinden biraz endişeli de olsa, buğday konusunda tam not aldı.

         İkinci diş buğdayını, 16 Martta bizim evde yaptık. Günler öncesinde başladık hazırlık yapmaya. Gelenlere hediye etmek için diş fırçaları aldık. Zeynep Ela, son anda dişlerini gösteren bir poz vererek fırçaların üstüne bağlayacağımız kâğıdı güzelleştirdi.


           Üzerinde “Zeynep Ela’nın Dişi Çıktı” yazan banner, bir sürü süs ve balonlarla süsledik salonu. Bahar Teyzemizin elleriyle yaptığı güzel diş kurabiyeleri,

 anneannemizin diş buğdayı, benim yaptıklarım, Büyük Anneannemizin yaptığı börek, Hanife Halamın ve Belkıs Teyzemin kurabiyeleriyle donattık masayı.      

         Zeynep Ela’nın da keyfi yerindeydi. O kucak senin, bu kucak benim dolaştı durdu bütün gün. Ama sanırım en çok, diş buğdayını etrafa dağıtırken eğlendi. Dişleri kolayca çıksın diye başından buğday taneleri döktük. Bu arada masaya koyduğumuz telefon, bilgisayar, tansiyon aleti, tornavida, fotoğraf makinesi, kaşık ve kalemden telefonu seçti. Ancak, anneannem bizleri doktor yapamamanın da etkisiyle, en küçük torun belki doktor olur diyerek zorla tansiyon aletini de tutmasını sağladı. Bakalım bizim küçük hanım ne olacak? İletişimci mi doktor muJ
         Üçüncü ve son diş buğdayını ise 23 Nisan’da babaannemizin evinde yaptık. Bu seferki diş buğdayına halamız damgasını vurdu. Gerek yaptırdığı diş kurabiyeleri, gerekse hazırladığı minik hediyelerle. 

Ama asıl bomba diş buğdayıydı. Pudra şekeri ile tatlandırdığı buğdaya, kuru meyveler ekledi, jelibon, kuruyemiş ve damla çikolatayla süsledi. Gerçekten görüntü olarak da tat olarak da çok güzeldi. Soframızda ise pide, salatalar ve Sevil Teyzemizin keki vardı. Kapanış ise dedemiz ve büyük amcamızın kaşık oyunuyla oldu.

         Her iki diş buğdayında da en çok dikkati pastalar çekti. Şeker hamurlu pastaları sevmediğimizden, ikisinde de sadece süslemeler şeker hamuruydu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, İstanbul’daki pasta görüntü olarak daha güzel olsa da lezzet açısından Ankara’da yaptırdığımız pasta daha güzeldi.

         Hepsinin en güzel kısmı ise; sevdiklerimizle bir arada olmaktı. Dilerim Zeynep Ela hep böyle sevgi dolu kalabalıklar içinde büyür.  

25 Nisan 2013 Perşembe

NAZLI AİLESİ EVİNE DÖNDÜ


Ve dönüş yolu…
Yine bol koşturmalı bir İstanbul yolculuğunu bitirmenin yorgunluğu var üzerimizde. Hep böyle oluyor buraya gelince. Oraya da gidelim buraya da derken, hem hepsine gidemiyoruz, hem de pestilimiz çıkıyor. Eskiden de bir Ankaralı olarak İstanbul’da seyahat etmek çok zor geliyordu, şimdiyse çocukla seyahatin zorlukları eklendi üstüne. Ama sevdiklerimizle birlikte olmak bu yorgunluğa değiyor doğrusu.
         Bu seferki gezilerimize Rabia abla ve Burak abiye gitmekle başladık. Bir gün önceden de olsa Rabia ablamızın doğum gününü kutladık. Gerçi yaptıkları güzel pastaya kızımın adını yazmışlardı ama en azından mumunu üfledi. (Umarız tüm dilekleri gerçek olurJ) Burak abimizin bizi şekilden şekle sokmasıyla oldukça eğlenceli bir gün geçirdik.

         Sonrasındaysa kızım denizle tanıştı.

         Akşam halamız, eniştemiz ve Özge ablamız geldi. Aslında uyuyordu Zeynep Ela, ama halasının ısrarlarına dayanamayarak kısa süre de olsa açtı gözlerini. Sabah, Özge’nin ve Zeynep Ela’nın sesleriyle çınladı ev. İkisini birlikteyken izlemek çok keyifliydi. Öğleden sonraysa düştük yollara, Eminönü Havuzlu Han, sonra kısa süreliğine de olsa Şark Han, İstanbul’un havası ve içine gireceğimiz trafik yüzünden balık ekmek bile yiyemeden yine kendimizi arabada bulduk.
Halamızın evinde geçirdiğimiz gecenin sabahı, Özge’nin gösterisinin heyecanı sarmıştı hepimizi. Esas kız hastalanarak bizi epey korkuttuysa da kaynatılan nane limon ve uyku küçük sanatçımızı kendine getirdi. Oldukça kalabalık bir grupla izlemeye gittik ablamızı. Sanki hastalanan o değilmiş gibi, çok güzel bir gösteri sergiledi arkadaşlarıyla. Laf aramızda, en güzel o yapıyordu hareketleri.

 Gösteri sonrasında yemek faslından sonra yine düştük yollara. İstanbul’un bir ucunda yaşayan halamızın evinden, diğer ucunda yaşayan babaannemizin evine gittik.  
Ertesi güne oldukça zorlu başladık. Zeynep Ela’nın 6 dişi birden çıkmaya çalıştığından, hem o hem de biz zorlandık. En kötüsü o acı çekerken elinden çok fazla bir şeyin gelmemesiydi. Aslında biz, karı koca başbaşa birkaç saat çalmayı planlamıştık felekten, ama felek izin vermedi. Bebeğimizi o halde yalnız bırakamayacağımızdan o günkü planı gerçekleştirmek için, Sevil Teyze’ye gittik hep birlikte. Rabia Abla ve Burak abi’nin de gelmesiyle güzel başlamayan gün, eğlenceli bir şekilde bitti.
23 Nisan’ı ise 2. Diş buğdayı partimizi yaparak kutladık hep birlikte. Neyse ki kızımın dişleri izin verdi ve o da kalabalık içinde gülücükler dağıtarak elden ele dolaştı. (Diş buğdayı partilerimizi başka bir yazıda daha geniş bir şekilde anlatacağım.)
Tatilimizin son günündeyse, parti sonrası temizliği yapıp kendimizi sokağa attık yine. İstanbul giderayak bize bir kıyak yaptı. Hava oldukça güzeldi. Lalelerin sonuna da olsa yetiştik bu sene. Yollar oldukça güzeldi. Her yerde rengarenk laleler, insan nereye bakacağını şaşırıyordu. Güne noktayı Dragos’ta deniz kenarında yediğimiz yemekle koyduk. Bir dahaki sefere kadar vedalaştık denizle de.
Ve artık evimizdeyiz. Otobüste başladığım yazıyı, yorgunluk ağır basınca evde tamamladım. İnsan yazarken bile yoruluyor. Kendimize gelmemiz birkaç günü bulacak olsa da kesinlikle değdi gittiğimize. Zeynep Ela babaannesi, dedesi, halası ve kuzenleriyle çok güzel vakit geçirdi, tabii biz de.