Sonunda
evimizdeyiz. Evi bu kadar özleyebileceğimi düşünmemiştim hiç. Zaten,
üniversiteden beri de hiç bu kadar uzun tatil yapmamıştım. Hep birer haftalık,
en çok iki haftalık tatillerden sonra dört hafta oldukça uzun geldi ve benim
gibi gezmeyi, denizi seven biri bile özledi evini.
Bu sene, benim
ücretsiz izinde olmamı da fırsat bilip uzun bir tatil planlamıştık. Zeynep Ela
ilk kez denize gireceği için de oldukça heyecanlıydık. Ama planlarımız o kadar
değişti ki, bir ara hiç gidemeyeceğiz diye düşünmeye başladım. Önce
belirlediğimiz tarihte kuzenimin mezuniyeti olunca, bir hafta ertelemek
durumunda kaldık. Sonra, Maliye Bakanlığı’nın bütçe çağrısını yapması yüzünden
Ahmet’in gelme durumu sıkıntıya girdi. Beş gün gelecek, üç gün gelecek derken
bir de baktık ki gelemiyor. Bizim için oldukça moral bozucuydu. Neyse ki
tatilin sonunda bize katıldı da, eksik başlayan tatilimiz tamam oldu.
29 Haziran’da
düştük yollara. İlk istikamet Fethiye, halamların eviydi. Zeynep Ela ile daha
önce de yolculuk yapmıştık ama ilk defa bu kadar sıcakta ve bu kadar uzun bir
yolculuk yapacağımız için biraz endişeliydim. Aslında korktuğum kadar kötü
olmadı. Sadece yolculuğun sonlarına doğru biraz arıza çıkardı, ki biz bile
sıcaktan bunalmıştık.
En çok merak ettiğimiz, Zeynep Ela’nın denizde
ne yapacağıydı. Gerçi yıkanmayı sevdiği için denizi de seveceğini düşünmüştüm. Düşündüğüm
gibi de oldu. Denizin içinde olmayı da kenarında yürümeyi de çok sevdi. Simidine
kurulup ayaklarını çırptı. Fethiye’de geçirdiğimiz bir hafta halamlarla,
kuzenim ve ailesiyle oldukça güzel geçti. Gittiğimiz Yaka Park ve Günlüklü Koyu
kesinlikle tekrar gidilmesi gereken yerler listeme girdi.
Bir hafta
sonunda tekrar düştük yollara, yine bunaltıcı bir yolculuktan sonra Dikili’ye
vardık. Dikili, diğer ilçelerin aksine çok fazla turistin gelmediği, oldukça
sakin bir Ege ilçesi. Çok fazla eğlence aramayan, kafa dinlemek isteyenler için
bire bir. Yani, tam bize göre. Zaten etrafta o kadar çok tanıdık var ki,
sıkılma ihtimali de pek yok.
Zeynep Ela’nın
keyfi de oldukça yerindeydi. Denize giriyor, parkta sallanıyor, kucaktan kucağa
geziyordu. Bütün bunlara bir de havuz sefaları eklenince oldukça eğleniyordu
küçük hanım. Anneanne ve dedeyle tatil yapıyor olmanın tüm imkanlarını
kullandık. Hiç yalnız kalmadı. Ya dedede ya anneannedeydi. En güzeli ise,
sabahları Zeynep Ela’yı onlara verip biraz daha uyuyabilmekti. Tek sıkıntımız
babamızın olmamasıydı. Dilimizde “yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz, hoop ordayız”
şarkısı, gün sayıyorduk.
Temmuzun 18’inde oldukça maceralı bir
yolculuktan sonra, Ahmet de katıldı aramıza. Baba kızın buluşması çok etkileyiciydi.
Daha önce bir hafta ayrı kalmışlardı ama dile kolay üç hafta olmuştu bu sefer. Kapıda
görür görmez gülücüler atmaya başladı babasına. Kucağına atıldı ve ondan sonra
bana bile gelmedi. Sürekli yüzünü okşayıp, öpüyordu. Sonradan kameraya
çekmediğime çok üzüldüm bu özel anları.
Bu arada
babaannemiz ve dedemiz de Ören’e gelmişlerdi. Onları ziyaret etmemek olmazdı. Önce
cümbür cemaat biz gittik, sonra onlar geldi. Aslında onlarla birlikte gidip,
kalacaktık ama Zeynep Ela huzursuz bir gün geçirince vaz geçtik. Onun yerine
bir gün sonra tekrar ziyaretlerine gittik. Hem birlikte vakit geçirmiş olduk,
hem de Ahmet uzun zamandır yemediği göbeteyi (bir çeşit Tatar böreği) yeme
fırsatı buldu.
Yoğun geçen bu
birkaç günden sonra, tatilin son günlerini genelde dinlenerek ve denize girerek
geçirdik. Ama Ayvalık ve Cunda’ya gitmeden dönmek olmazdı. Gitmişken Ayvalık
pazarını gezip, Cunda’da da balık yiyip döndük.
Cumartesi günü,
dönüş günüydü. Çok erken çıkamadığımızdan geç bir saatte girdik Ankara’ya.
İftar saati olduğundan sakindi yollar. Anneannemin evine geldiğimizde, bütün
aile yorgunluktan bitkin düşmüştük.
Bir haftadır
Ankara’dayız, ama daha kendimize gelemedik. Bir de üstüne Zeynep Ela’yı yeni
uyku düzenine alıştırmaya çalışmak ve o kalabalıktan sonra tek başımıza
kalmamız eklenince tatil yazısını yazmak da bu güne kısmet oldu.