17 Ağustos 2013 Cumartesi

ZEYNEP ELA'NIN OYUNCAKLARI

Çok uzun zamandır, Zeynep Ela’nın en sevdiği şey ellerimizden tutup bir oraya bir buraya yürümek. O kadar hoşuna gidiyor ki, kucağımıza aldığımızda çığlığı basıyor. Bu durum onun için ne kadar keyifliyse, bizim için de o kadar yorucu oluyor. Bir de üstüne ellerimizden tutarken etrafımızdakilerin, özellikle pimpirikli dedemizin, kollarının acıyacağını hatta çıkacağını söylemeleri eklenince, başladık bir çare düşünmeye.
Önce aklımıza yürüteç geldi. Ama doktorumuz yürümesini geciktireceğini ve kazalara sebep olabileceğini söyleyince vazgeçtik. Biz vazgeçtik geçmesine de, bizim küçük hanım hala yürüyeceğim diye tutturmaya devam ediyordu. Aklımıza yürüme yardımcıları geldi. Şimdi yürür sonra da üstüne biner diye düşündük ama onlar da çok pahalıydı. 
Geçenlerde Toyzz Shop'un internet sitesindeki oyuncaklara göz atarken, 0-3 yaş kategorisinde aklımıza en çok yatan yürüme yardımcısı olan Playskool İlk Arabam'ın indirime girdiğini görünce dayanamayıp aldım. Heyecanla beklemeye başladım. Zeynep Ela’nın nasıl tepki vereceğini çok merak ediyordum. Üç gün sonra sipariş elimdeydi. Allahtan annem de o sırada bizdeydi. O olmasaydı arabayı kurmak için Ahmet’i beklememiz gerekecekti. Hemen kurmaya başladım. Zeynep Ela’da bir yandan merakla beni izliyor, bir yandan da parçaları eline almaya çalışıyordu. 

Sonunda oyuncağı kurup denemeye başladığımızda Zeynep Ela’nın çok hoşuna gitti. Henüz dengesini tam sağlayamadığından, bizim için pek değişen bir şey olmasa da onun için farklı bir yürüme çalışması oldu. Gerçi üstüne oturmak ona daha cazip geldi. Ayrıca, oyuncağın üstündeki değişik renklerde ve ses çıkaran parçalar da oldukça dikkatini çekti.  Ama hala, yürümek için bizim ellerinden tutmamızı istiyor. Anlaşılan, İlk Arabamı kullanabilmek için biraz daha zamana ihtiyacımız olacak.



15 Ağustos 2013 Perşembe

ZEYNEP ELA UYURKEN

        Çok sevdiğim bir öğretmenim,  bloğunda: “Siz hiçbir bebeği uyurken gördünüz mü? Eğer seyretmediyseniz uyurken bir bebeği, dünyanın en güzel şeyinden habersizsiniz demektir.” diyordu Salı günkü yazısında.
         Gerçekten de dünyanın en güzel manzarasıdır, uyuyan bir bebek görüntüsü. Öylesine huzurludurlar ki uyurken. İnsan bu dünyadan olduklarına inanamaz. Uyanıkken size kök söktürmüş olsa da, uyuyan o değil bir melektir sanki. Hele bir de gülümserse uyurken…
         11 aydır en sevdiğim şey kızımı uyurken izlemek. O huzur içinde, zaman zaman gülümseyerek uyurken… Eskiden nasıl koyuyorsak öyle yatıyordu, bu aralar dönüyor; sesler çıkarıyor; eğer hastaysa sanki yastık bile rahatsız ediyor, ordan oraya atıyor kendini. Daha çok yan dönmeyi tercih ediyor uykuya dalarken. Birlikte uyuyorsak, yanaklarımı okşuyor; arkasını dönmüşse bazen kontrol ediyor orda mıyım diye.


         Zeynep Ela’nın o kadar çok resmini çekmişim ki uyurken. Akıp giden zamana inat, saklamak için o anları. İlk başlarda kolay da değildi hani. 15-20 dakika uyuyordu küçük hanım. O araya yapılacak birkaç şeyin yanında, fotoğraf çekmeyi de sıkıştırmak gerekiyordu. Şimdilerdeyse değişik yatma şekillerini çekiyorum. O kadar deli yatıyor ki, daracık park yatağının içinde bile dönüp uyanmayı başarıyor.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

NAZLI AİLESİ KÖYÜNE DÖNDÜ

         Sonunda evimizdeyiz. Evi bu kadar özleyebileceğimi düşünmemiştim hiç. Zaten, üniversiteden beri de hiç bu kadar uzun tatil yapmamıştım. Hep birer haftalık, en çok iki haftalık tatillerden sonra dört hafta oldukça uzun geldi ve benim gibi gezmeyi, denizi seven biri bile özledi evini.
         Bu sene, benim ücretsiz izinde olmamı da fırsat bilip uzun bir tatil planlamıştık. Zeynep Ela ilk kez denize gireceği için de oldukça heyecanlıydık. Ama planlarımız o kadar değişti ki, bir ara hiç gidemeyeceğiz diye düşünmeye başladım. Önce belirlediğimiz tarihte kuzenimin mezuniyeti olunca, bir hafta ertelemek durumunda kaldık. Sonra, Maliye Bakanlığı’nın bütçe çağrısını yapması yüzünden Ahmet’in gelme durumu sıkıntıya girdi. Beş gün gelecek, üç gün gelecek derken bir de baktık ki gelemiyor. Bizim için oldukça moral bozucuydu. Neyse ki tatilin sonunda bize katıldı da, eksik başlayan tatilimiz tamam oldu.
         29 Haziran’da düştük yollara. İlk istikamet Fethiye, halamların eviydi. Zeynep Ela ile daha önce de yolculuk yapmıştık ama ilk defa bu kadar sıcakta ve bu kadar uzun bir yolculuk yapacağımız için biraz endişeliydim. Aslında korktuğum kadar kötü olmadı. Sadece yolculuğun sonlarına doğru biraz arıza çıkardı, ki biz bile sıcaktan bunalmıştık.
          En çok merak ettiğimiz, Zeynep Ela’nın denizde ne yapacağıydı. Gerçi yıkanmayı sevdiği için denizi de seveceğini düşünmüştüm. Düşündüğüm gibi de oldu. Denizin içinde olmayı da kenarında yürümeyi de çok sevdi. Simidine kurulup ayaklarını çırptı. Fethiye’de geçirdiğimiz bir hafta halamlarla, kuzenim ve ailesiyle oldukça güzel geçti. Gittiğimiz Yaka Park ve Günlüklü Koyu kesinlikle tekrar gidilmesi gereken yerler listeme girdi.

         Bir hafta sonunda tekrar düştük yollara, yine bunaltıcı bir yolculuktan sonra Dikili’ye vardık. Dikili, diğer ilçelerin aksine çok fazla turistin gelmediği, oldukça sakin bir Ege ilçesi. Çok fazla eğlence aramayan, kafa dinlemek isteyenler için bire bir. Yani, tam bize göre. Zaten etrafta o kadar çok tanıdık var ki, sıkılma ihtimali de pek yok.
         Zeynep Ela’nın keyfi de oldukça yerindeydi. Denize giriyor, parkta sallanıyor, kucaktan kucağa geziyordu. Bütün bunlara bir de havuz sefaları eklenince oldukça eğleniyordu küçük hanım. Anneanne ve dedeyle tatil yapıyor olmanın tüm imkanlarını kullandık. Hiç yalnız kalmadı. Ya dedede ya anneannedeydi. En güzeli ise, sabahları Zeynep Ela’yı onlara verip biraz daha uyuyabilmekti. Tek sıkıntımız babamızın olmamasıydı. Dilimizde “yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz, hoop ordayız” şarkısı, gün sayıyorduk.  

          Temmuzun 18’inde oldukça maceralı bir yolculuktan sonra, Ahmet de katıldı aramıza. Baba kızın buluşması çok etkileyiciydi. Daha önce bir hafta ayrı kalmışlardı ama dile kolay üç hafta olmuştu bu sefer. Kapıda görür görmez gülücüler atmaya başladı babasına. Kucağına atıldı ve ondan sonra bana bile gelmedi. Sürekli yüzünü okşayıp, öpüyordu. Sonradan kameraya çekmediğime çok üzüldüm bu özel anları.

         



           Bu arada babaannemiz ve dedemiz de Ören’e gelmişlerdi. Onları ziyaret etmemek olmazdı. Önce cümbür cemaat biz gittik, sonra onlar geldi. Aslında onlarla birlikte gidip, kalacaktık ama Zeynep Ela huzursuz bir gün geçirince vaz geçtik. Onun yerine bir gün sonra tekrar ziyaretlerine gittik. Hem birlikte vakit geçirmiş olduk, hem de Ahmet uzun zamandır yemediği göbeteyi (bir çeşit Tatar böreği) yeme fırsatı buldu.

         Yoğun geçen bu birkaç günden sonra, tatilin son günlerini genelde dinlenerek ve denize girerek geçirdik. Ama Ayvalık ve Cunda’ya gitmeden dönmek olmazdı. Gitmişken Ayvalık pazarını gezip, Cunda’da da balık yiyip döndük.

         Cumartesi günü, dönüş günüydü. Çok erken çıkamadığımızdan geç bir saatte girdik Ankara’ya. İftar saati olduğundan sakindi yollar. Anneannemin evine geldiğimizde, bütün aile yorgunluktan bitkin düşmüştük.

         Bir haftadır Ankara’dayız, ama daha kendimize gelemedik. Bir de üstüne Zeynep Ela’yı yeni uyku düzenine alıştırmaya çalışmak ve o kalabalıktan sonra tek başımıza kalmamız eklenince tatil yazısını yazmak da bu güne kısmet oldu.