18 Ekim 2014 Cumartesi

#ZEYNEPELA2OLDU


        İnsan içinde yaşarken anlayamasa da doğum günleri fark ettiriyor, zamanın nasıl da çabuk geçtiğini. Günler günleri, aylar ayları kovaladı ve Zeynep Ela 2 oldu bile. Bir çocuğun büyümesi gerçekten mucizevi bir şey. Bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi. Üstelik o kadar hızlı ki bazen yetişemiyorsun.
      Geçtiğimiz 6 ayı dolu dolu geçirdik diyebiliriz. Bir sürü ilk yaşadık. Emmeyi bıraktık, ilk kez uzun süre ayrı kaldık ve en sonunda geçtiğimiz hafta emzikle vedalaştık. Ben Zeynep Ela ile olan maceramızı bilgisayar oyununa benzetiyorum bazen, içinde kimi zor kimi kolay, bir sürü “level” olan. Bu level, pek kolay sayılmasa da macera giderek daha eğlenceli oluyor.

      Sırada Zeynep Ela’dan haberlerJ
      Gelişim: Kilomuz 13 Kg, boyumuz ise 89 cm olmuş. Boyunun ortalamanın üzerinde olması kısa bir aile olarak bizi baya bir sevindirdi doğrusu.
      Artık, merdivenleri yardımsız rahatlıkla çıkıp inebiliyor. Bunda yaz boyu tırmandığımız kaydırakların büyük etkisi oldu tabii. Zıplamayı çok seviyor. Bazen evde, bazen yolda yürürken, en çok da yatağın üstünde “zıppa” diyip zıplıyor.  
      Dişlerimiz hala tamamlanmadı. Bazen ağzım acıyor diyor. Alt arka azılar ucunu göstermiş ama hala çok yolumuz var gibi görünüyor. Dişlerini fırçalamak çok hoşuna gidiyor. Suların kirliliğinden dolayı biraz ara vermiş olsak da tekrar başladık. Önce ben fırçalıyorum, sonra fırçayı ona veriyorum. Fırçayı yerine koydurmak epey zor oluyor.
      İnatlaşmalar tam gaz devam ediyor. Bunlara sos olarak sebepsiz ağlamalar eklendi. Mesela bugün oynadığı oyun hamurunun şekli bozulduğu için, neredeyse 15 dakika ağladı kendimizi dışarıya zor attık da biraz rahatladı.
      Artık yanında oturulursa saatlerce oyuncaklarla oynayabiliyor. Bebekler ve yemek takımlarıyla çok oynasa da en çok kule yapmayı seviyor tabii bir de yapılmış kuleleri bozmayıJ



      Tuvalet konusunda %50 ilerleme sağladık diyebiliriz. Kaka olayını halettik ama çiş konusu hala sıkıntılı. Doktorumuz sabah kuru kalkmıyorsa çok zorlamayın dediği için şimdilik sadece soruyoruz.
      Artık büyüklere karşı oldukça çekingen davranıyor. Tanımadığı birine ya da uzun süredir görmediği birine yaklaşması epey uzun sürüyor. Çocuklara daha kolay yaklaşsa da eskisi gibi bağrına basmaya çalışmıyorJ
      Saçlarımız baya uzadı. Artık izlediği çizgi filmdeki kızların saçı gibi yapalım deyince bağlamama izin veriyor. Uçları dalgalı oldu. Umarım düzelmez.


      Uyku: Emziği bırakmamızla beraber uykularımızda yine sıkıntılı bir döneme girdik. Gece 1 gibi uyanıyor ve “büük yatağa gidelim” diye ağlıyor. Gündüz anneannesine de zorluk çıkarıyormuş. Gerçi son birkaç aydır bu konuda çok gelgit yaşadık, çocuk da haklı. Yazlıkta birlikte uyuyorduk, Ankara’ya gelince yatağa alışma sürecimiz zorlu oldu. Sonrasında İstanbul’da yine birlikte uyuduk ve gelince hem emziği bıraktık hem de tekrar odasında yatmaya başladı. Sanırım birkaç gün daha zorluk çekeceğiz.

      Yemek: Bu aralar yemek konusu tam bir işkenceye dönmüş durumda. Normalde ağzına bir kere değdikten sonra yemeğe devam ederdi. Şimdiyse, yemeyi tamamen reddediyor. Bense zorlamakla zorlamamak arasında gidip geliyorum ve bu gerçekten çok zor.
      En kolay öğün kahvaltı. Haşlanmış yumurtayı çok seviyor. Arada peynir bile yiyor. Ama omlet ya da peynirli yumurta olursa yine zorluyor.
      Ekmek hala favorisi. Hatta bir şeyi yedirmek için ekmeği kullandığımız oluyor. Tarhana ve yoğurt çorbasını çok seviyor. Pilavı bazı şeyleri yedirmek için kullandığımızı fark etti sanırım, çünkü artık kaşıktaki diğer şeyi görünce onu da yemek istemiyor. Umarım bu geçici bir süreçtir.
      Sevdikleri: Suyla yapılan her şey; banyo, el yıkama, deniz, havuz.
      Kovalamaca, boğuşma ve saklambaç.
      Müzik; Herhangi bir müzik sesi duyduğunda, nerede olursa olsun, durup dans etmeye başlıyor.

      Çizgi film; Canım Kardeşim hala favorisi, Mickey’nin Kulüp Evi ve Çilek Kızı da seviyor.
      Oyun parkları; özellikle top havuzu.

      Bütün hayvanlar.
      Kitap okunması.
      Sevmedikleri: Zorlanmak.
      Fotoğraf çektirmek.
      Yemek yemek.
      Uyumak.
      Zeynep Ela’nın Kelimeleri: Artık oldukça geveze ve taklitçi bir kızımız var. Birçok kelimeyi söylüyor hatta cümleler kuruyor.  Çoğu zaman bizim söylediklerimizi tekrarlıyor. “k” leri söylemekte zorlanması, bazen ne dediğini anlamamızı zorlaştırsa da bence çok sevimli.
     Zeymep: Zeynep
     Fu: Su
     Pop: Top
     Pöpük: Köpük
     Papak: Kapak
     Böbek: Göbek
     Mücik: Müzik
     Abıkkı: Ayakkabı
     Merbaba: Merhaba
     Ababa: Araba
     Milgisayar: Bilgisayar
     Çüçücük: Küçücük
     Pöpek: Köpek
     Bir bebek gördüğünde ya da küçük bir şey: “ Ooo çüçücük”
     Bana sarılırken: “annem annem”
     Şeşil: Yeşil
     Pabak: Tabak
     Emcik: Emzik
     Yeter değil: Yetmez
     Şobe: Sobe
     Piyav: Pilav
     Papure: Tabure
     Men: Ben
     Bikte: Birlikte
     Tontes: Domates
      Fafa: Zürafa

  

15 Eylül 2014 Pazartesi

BİZİM EMZİRME MACERAMIZ

         Sanırım bütün yeni annelerin aklını kurcalayan, doğumdan sonraki ilk soru; “Emzirebilecek miyim?”dir. Emzirmeye başladıktan sonra ise, sorular azalmak yerine artar. “Sütüm yetiyor mu?”, “2 yıl emzirebilecek miyim?” Üstüne bir de etrafın sütün yetmiyor; çocuk aç ondan ağlıyor, şunu da ye bunu da ye sözleri eklenince, zaten hormonları tavan yapmış ağlayacak yer arayan yeni anne işin içinden çıkamaz bir türlü.

         Ben de Zeynep Ela’ya hamileyken, aklımı kurcalayan en önemli konulardan biri “emzirmeydi”. Üstelik, doğumdan sonra gördüm ki bu konuda okumanın, kitaplar bitirmenin hiç anlamı yokmuş. Doğumdan sonraki ilk emzirmeyi çok net hatırlayamıyorum, ama hemen yapışmıştı bizim ufaklık. İlk sıkıntıyı oturamadığım için yaşadım. Hamilelik ve doğumun en kötü yan etkisi olan hemoroidden kurtulup rahat rahat emzirmem neredeyse 1 ayımı aldı. İkinci sıkıntı ise ertesi gün taburcu olurken, Zeynep Ela'nın kusmaya başlamasıyla yaşadığım korku sonrası (oysa bebekler kusar dimi:))) eve geldiğimde sütümün kesilmesiyle yaşadım. O andaki paniğim anlatılmaz yaşanır:) Neyse ki Halamız bizimleydi ve mama alıp geldi. Doğumdan sonraki ilk günler için en büyük pişmanlıklarım; evde mama bulundurmamak ve süt sağma makinesini geç almak oldu.
       


       Ondan sonraki günler, annemin hazırladığı kompostoları içip, sütlü tatlıları yiyerek ve ufaklıkla birbirimize alışmaya çalışarak geçti. İlk başlarda geceleri de saat kurup emziriyordum, iki saatte bir emzir dedikleri için, daha sonra ise bizim ufaklığın geceleri çok kalkmak istemediği çıktı ortaya. Doğrusu benim gibi uykuya düşkün bir anne için oldukça güzel bir haber oldu bu:)) Geceleri 1 ya da 2 iki kez uyandığı zamanlarda emziriyordum. En büyük korkum, uyuyakalmak olduğundan (anlatılan hikayelerden çok etkilendim) bir gün bile yatakta emzirmedim. Her seferinde oturma odasına gidip, TV izleyerek emzirdim Zeynep Ela'yı. O dönemdeki en büyük sıkıntı yaralardı. Göğsümdeki acı nedeniyle emzirmek bazen işkenceye dönüşüyordu. Bir sürü krem denedim, çok işe yaradıklarını söyleyemeyeceğim, sonra kendiliğinden rahatladı.

        İlk 6 ay böylece geçti. Genelde Zeynep Ela ne zaman isterse emzirdim. 6. ayın sonunda Tracy HOGG'un kitabında yazdığı gibi, gece 11de kaldırıp emzirmeye başladım. gerçekten de gece kalkmamaya 6 ya kadar uyumaya başladı Zeynep Ela. Gece uyandığında, ya piş pişliyordum ya da su veriyordum. Ek gıdalara geçişle birlikte bir öğün emzirme  bir öğün ek gıda döngüsüne başladık.
 1 yılın sonunda sadece sabah kalktığında, öğlen ve akşam yatarken emmeye başlamıştı. 
      
        Ben çok şanslı annelerden biriyim, doğum sonrası izinlerle, raporlarla ve ücretsiz izinle 1 yılı kızımla birlikte geçirebildim. İşe başlamış olsaydım, hem sağmakla uğraşacaktım hem de kendimi yeterince emziremediğim için kötü hissedecektim . Oysa 1 yılın sonunda işe başladığımda Zeynep Ela sadece öğlenleri ve akşamları emmeye başlamıştı. Böylece işe, içim rahat olarak başlamış oldum.

        18. ayının sonuna kadar günde iki kez emzirdim bizim ufaklığı. Sabah kalktığında baya istekli olsa da gece emzirmeleri  genellikle kısa süreli oluyordu. 18. ayını bitirdiğinde ise sadece sabahları emzirmeye başladım. Doktoruyla konuştuğumuzda, zaten benden ayrıldığı için sabah emzirmelerine devam etmemizin daha doğru olacağını söylemişti. 

        Aslında niyetim 2 yaşına kadar emzirmekti, ama migren ağrılarım dayanılmaz bir boyut almaya, Parol yetmemeye başlayınca biraz daha erken bırakmaya karar verdim. 11 Ağustos sabahı son kez emzirdim Zeynep Ela'yı. Ertesi gün sütün bittiğini söyledim, çok ısrar etmedi hatta "Baba alır" dedi. Pazar günüyse, "otur anne emeceğim" dedi. Sanırım hayatımdaki en zor anlardan biriydi. Yine sütün bittiği anlattım, biraz mızırdandı ama kabullendi kuşum. Bir kaç gün sonra tekrar emmek  istedi, yine aynı cevabı alınca bir daha da sormadı :(

        21,5 aylık emzirme döneminin ilk ayları çok zor olsa da sonradan, Zeynep Ela'nın da etkisiyle sorunsuz bir dönem oldu. Hiç bir zaman göğüsleri aşırı dolu bir anne olmadım belki, ama bizim ufaklığın gelişimi gayet iyiydi. Gönül isterdi ki iki yaşını tamamlayım ama sürekli ağrı çeken tahammülsüz bir anneyle yaşamaktansa emmemesinin daha yararlı olacağını düşündüm. Yine de zor bir karardı. Sanki, bir bağ kopmuş gibi hissettim.
     
        Ben emzirirken, yastığın içi patlayıp bizden vazgeçene kadar hep emzirme yastığı kullandım. Biraz süslü bir modeldi bizimki. Aslında çok daha basit bir model de iş görür ama benim çok hoşuma gitmişti:) Sadece emziriken değil yastık olarak da çok kullandık. 
        

          Zeynep Ela çok nadiren mama kullandı. İlk kez sütüm gelmediğinde kullandık sonraysa, dışarı çıkmak zorunda olduğum bir zamanda annem verdi. Saklayacak kadar sütüm olmasa da daha sonraki dışarı çıkışlarımda sütü sağdım ve ben olmadığımda (ki oldukça nadiren oldu) anneannesi sağdığım sütleri verdi. Süt sağma makinesi olarak Medela'nın hem şarjlı hem de elektrikli  kullanılabilen modelini kullandık. Ben memnun kaldım. Şarjlı olması dışarıda çok işime yaradı. 

        Tekrar anne olsam; ilk başta küçük şeyleri kafama takmam (ya da en azından takmamaya çalışırım:), daha çok su içer daha az tatlı tüketirim, arada bir mama yemesini dert etmem, iki yıl emzireceğim diye kendime eziyet etmem, sütüm yetmiyor mu diye kafaya takmam, sütün yetiyor mu diyenlerin lafını ağzına tıkarım ve emzirmenin keyfini daha çok çıkarmaya çalışırım. Sonuçta büyüdükçe başbaşa geçirilen anlar da yavaş yavaş azalıyor.
       





8 Ağustos 2014 Cuma

HABERLER... HABERLER...

        Ben kendimi iyi hissedemediğim zaman yazı yazamıyormuşum. Bu blogla bunu da keşfetmiş oldum. Bir yandan kafamda şunu da yazayım bunu da yazayım diye geçiriyorum, diğer yandan içimden gelmiyor. Bu sefer de bazı şeyleri yazamadığım için kendimi kötü hissediyorum. Tam bir kısır döngü yani. Yine de bazı şeyleri unutmadan kaydetmek istedim. Şimdi özetler olur sonra haberin kendisi de gelir:)
     
      *** 12 Temmuz itibariyle, emzirme maceramız sona erdi. Çok zor olmadı. Belki de benim için daha zordu psikolojik olarak. Ama ondan mıdır bilmem biraz huysuzlukları, biraz da bana düşkünlüğü arttı.

     *** Bir spor salonuna yazıldım. Bu çok uzun zamandır istediğim bir şeydi. Kolumdaki ve belimdeki ağrılar beni çok zorlamaya başlamıştı. Tek sıkıntım devam edebilir miyim endişesi. Neyse buraya da not düşelim ki geri dönüşü olmasın:))

     *** Bayramı bahane edip, zor da olsa sonraki iki gün izni de alıp, İstanbul'a gittik. Otobüsle yaptığımız yolculuk beni baya korkutsa da cephanemiz sağlam girdiğimiz savaştan galip çıktık:)) Bir sıkıntı olmadan gidip geldik. Sıcaklar çok bunalttı ama,  kuzeninin peşinden ayrılmayan Zeynep Ela da biz de çok güzel vakit geçirdik.

      *** Bayramın ilk günü doğum günümdü. 34 de bitti ve evet yolun yarısına gelmiş bulunuyorum. (henüz 35 olduğumu kabul etmedim, hem biten yaş söylenir değil mi:)) Yaşlanmak biraz tuhaf hissettirse de şu anda hayatımda olan şeylere şükrediyorum. Yine de kendimle ilgili bazı kararlar vermem gerektiğini, bir 5 yıllık kalkınma planına ihtiyacım olduğunu düşünüyorum.

     ***  Bu pazar Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yine gidip, beni tam anlamıyla  yansıttığını düşünmediğim, kötünün iyisi bir adaya oy vereceğim. Zaten oy vermeye başladığım ilk seçimden beri bunu yapıyorum. Durumdan çok sıkılmış olsam da vereceğim oyun işe yaramayacağını, türlü hilelerin döneceğini düşünsem de gidip oyumu kullanacağım. Bu yaz da boy vermeyip oy vereceğim. Ama hiç umudum yok.

     *** Bir terslik olmazsa, pazartesi günü seçimler yüzünden ertelediğimiz, bir ara gidip gidemeyeceğimiz sallantıda olan iki haftalık tatile gideceğiz. Zeynep Ela'yı 2 hafta orada anneannesi ve dedesi ile bırakmayı düşündüğümüz için dönüşe ilişkin endişelerimiz olsa da bu tatil hepimize iyi gelecek. 






30 Haziran 2014 Pazartesi

ZEYNEP ELA'NIN YENİ OYUNCAKLARI

         Geçenlerde Zeynep Ela'nın oyuncak kutusunu toplarken çok uzun zamandır ona yeni bir şeyler almadığımızı fark ettim. Bunda İstanbul gezimizden, Özge abladan aldığımız ve diğer hediye ganimetlerle dönmemizin yanında, oyuncak kutumuzun taşma noktasına gelmesi de etkili oldu tabii. Gerçi kendimi tutmak o kadar da kolay olmuyor, çünkü hala en sevdiğim dükkanlar oyuncakçılar ve yeni çıkan oyuncakların büyüsüne Zeynep Ela'dan çok ben kapılıyorum:)) Sanırım Zeynep Ela büyüdükçe, babasının işi daha da zorlaşacak, çünkü hem karısını hem kızını oyuncakçıdan sürükleyerek çıkarması gerekecek :))
         Neyse ki; artık oyuncakların satıldığı internet siteleri var da almak istediklerin dışında bir dolu şey alıp çıkmıyorsun. Yine de ben kendimi tutamadım ve bir değil iki oyuncak aldım ama olsun:)) Daha önce de alışveriş yaptığım ve ne teslimatta ne de ürünlerde bir sorun yaşamadığım için Toyzz Shop'u tercih ettim yine. 0-3 yaş bebek oyuncaklarına bakarken, sayı sayan aslanda takılı kaldım resmen. Hem 4 dilde sayı sayabilmesi, hem sevimliliği, hem de içindeki renkli topların fırlamasının ne kadar eğlenceli olacağını düşünüp direk sepete attım. Zeynep de görür görmez bayıldı. Topların nasıl ağzından atılacağını öğrendiği gibi, sayı sayarken aslancığa eşlik bile ediyor. Henüz sadece Türkçe olarak etse de günün birinde İspanyolca 10'a kadar sayabilir kim bilir:))) Gerçi Türkçe olarak da sadece çift sayılarla ilgileniyor ama olsun:))
       


        Zeynep Ela hafta içi anneannede kaldığı için bir oyuncak da oraya aldım. (Hayır kendimi tutamamış olmamla hiçbir ilgisi yok:))) Bu aralar sürekli bir şeyler pişirip bize yedirdiği için, içinde kaşığı ve tabağı olan bebek kutusunu görünce sepete atmadan duramadım.  Bebeğin ismine bir türlü karar veremesek de Zeynep Ela ona ve tabii diğer bebeklerine yemek yedirmeye bayıldı.



         

13 Haziran 2014 Cuma

Sevgilim,


Hayatımızı değiştiren o imzayı atalı, tam beş sene olmuş. Oysa daha dün gibi ilişkimizin başladığı günler. Her gün görüştüğümüz, saatlerce konuştuğumuz zamanlar; evet bu adamla olabilir dediğim, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini cüzdanından çıkardığın an; “hayatıma hoş geldin” dediğimde az daha denize düşüyor olman… Sanki daha yeni olmuş gibi.

23 Mayıs 2007’de ilk tanıştığımızda, bu noktaya gelebileceğimizi hiç düşünmemiştim. Seni biriyle tanıştırmak istiyoruz dediklerinde, sadece eğlence olsun diye kabul etmiştim. Haziran ayında çıkma teklif ettiğinde bile hala işin eğlencesindeydim. Ama sen, konuşa konuşa çeldin aklımı. Ekim ayına geldiğimizde, çoktan evlilik hakkında konuşur olmuştuk olmasına ama ortada teklif yoktu. Başının etini epeyce yedikten sonra oldukça hoş bir şekilde aldım teklifimi, e bana da kabul etmek düştü tabii. Nedense hatırlamıyoruz teklif ettiğin tarihi. Ne garip oysa ikimiz de hatırlarız önemli zamanları. Nasıl heyecanlıysak o araJ  

Sözdü, nişandı derken 2008’in ilk 6 ayının nasıl geçtiğini anlamadık zaten. Sonraki 6 ayı ise askerlik aldı. Neyse ki İzmir’deydin de arada görüşebildik. Bir sabah erken saatlerde, birliğin kapısında beni gördüğün zamanki yüz ifadeni ise hiç unutamıyorum. Ne kadar endişelenmiştim, o karanlık İzmir sabahında beni içeri almazlarsa, daha da beteri sırtımdaki çantayla bir şey yapmaya geldim sanırlarsa diye.



2009 yılı tatlı telaşlarla başladı bizim için, düğün tarihi olarak tanıştığımız mayıs ayını seçmiştik, yavaş yavaş her şeyi hazırladık. Düğüne 9 gün kala, futbol oynayacağım dedin, düğünden önce bir sakatlık çıkarma sakın dedim gülüştük. Çantanı al, Ahmet rahatsızlanmış dediklerinde aklıma kalp krizi geçirebileceğin hiç gelmemişti. Apar topar hastanede buldum kendimi. İyi olduğunu görene kadar sanki yıllar geçti. Sonrasında, hastanede herkes öğrenmişti bizi, düğüne 9 kaldığını. Bu kalp krizi bize vız geldi tabii. Hastaneden çıkar çıkmaz yeni bir tarih belirledik ve yolumuza devam ettik.

 Ve bugün tam beş yıl oldu. İki kişi çıktığımız yola, şimdi üç kişi devam ediyoruz.  Çok şükür ki bu beş yılı, zaman zaman didişsek de çoğu zaman gülerek geçirdik. Verdiğim karardan, attığım imzadan bir gün bile pişman olmadım. Sen önce sevdiğim adam, sonra kocam şimdi ise çocuğumun babası oldun. Adının başına gelen sıfatlar değişse de sana olan duygularım hiç değişmedi.


Hayatım;
Birlikte geçirdiğimiz 1825 gün için, beni benden çok düşündüğün için, uğur böceğimiz için, en iyi arkadaşım olduğun için teşekkür ederim. Yıldönümümüz kutlu olsun.
Karın  




11 Nisan 2014 Cuma

ZEYNEP ELA 1,5 YAŞINDA

    Zeynep Ela ile 1,5 yılı devirdik. Yaklaşık 550 gün olmuş küçük hanımla tanışalı, hayatımız tamamen değişeli. İlk bir yılını, 24 saat birlikte geçirdik ki hayatımın en güzel bir yılıydı; son 6 ayını ise birlikte olduğumuz zamanların keyfini çıkarmaya çalışarak geçiriyoruz. Gün boyu ondan ayrı kalmış olmanın sıkıntısı, bizi karşılarken attığı çığlıklarla ve neşesiyle uçup gidiyor.
     Aslında blog yazmaya başlarken, her 3 ya da 6 ayda bir Zeynep Ela'ya dair yazılar yazmaya karar vermiştim, hatta 6. ayı ve 9. ayı yazdım ama, 12. ay yazısı benim işe başlama psikolojim yüzünden taslaktan öteye gidemedi. Sonrasında ise ülkede yaşananlar pek yazacak hal bırakmadı. Yine de bu sefer kararlıyım bitireceğim:))
     Gelelim assolistimize:)))
   
      Gelişim: 12. ay kontrolünde 10.220 Kg olan kilosu, 18. ayda sadece 780 gr artıp 11 Kg olsa da boyu tam 7 cm uzamış ve 81 cm olmuş.
      13. ayında başladığı yürümeyi oldukça geliştirip, koşmayı ve merdivenlerden çıkmayı da aradan çıkardı ama merdivenlerden inme konusu hala sıkıntılı.
       Dişlerimizin çoğu çıktı, ama en zor aşamaya geldik. Arka azılar çok zorluyor. Sürekli eli ağzında.
       Artık söylediğimiz hemen hemen her şeyi anlıyor. Söyleyebildiği kelimelerin sayısı da arttı. Bazı kelimeleri de bizden sonra tekrar ediyor ama bir daha söylemiyor.
       Bu aralar inat krizleriyle başımız dertte. Bazen yemek yememek için, bazense hiç bir şey yokken kendini yere atıp, ağlamaya başlıyor ve sakinleşmesi çok uzun sürüyor. Evet biliyorum, "terrible two". Genellikle sabırlı olmaya, çoğu zaman görmezden gelmeye çalışsam da özellikle dedesinin yanında bu krizlere girdiğinde baya zorlanıyoruz. Yine de zor bir çocuk olduğunu söylersem haksızlık etmiş olurum.
      Oyuncaklarla daha çok oynuyor. Yine de favorisi hala damacanalar ve kovalar. Çay setini çok sevdi. Bu aralar sürekli bize mama yediriyor. Yapılmış blokları yıkmak ise en büyük hobisi.



       18. ayını doldurmadan tuvaletle de tanıştı. Şimdilik sadece arada sırada tuvalete gidelim mi diyoruz, tuvalette zaman geçiriyoruz, geçirdiğimiz zaman mutlu sonla biterse de büyük sevinç gösterileri yapıyoruz:)) Tuvalette ne yapılacağını bilse de ne zaman gidilmesi gerektiğini henüz bilmiyor, biz de çok zorlamıyoruz.
       Başka insanlara karşı nadiren utangaçlık yapıyor. Sıcakkanlı ve güleç bir çocuk. (Bu konudaki dualarım kabul oldu:)) Dışarıda her gördüğümüz yaşlı amcaya dede diyor. Hatta seçim zamanında her afişi gösterip dede diyerek, bizi baya sinir etti:)) Eğer biri elini uzatırsa ve tabii canı isterse öpüyor. Gerçi sadece alnına götürüyor (aslında ele kafa atıyor da diyebiliriz:)) ama olsun. Diğer çocuklara da aynı sevecenlikle yaklaşıp, sarılmaya öpmeye çalışıyor ama ne yazık ki bu diğerleri açısından biraz korkutucu oluyor. Anneannesinin apartmanında oturan Asya daha yeni yeni alışıyor bizim kızın sevgi gösterilerine, bazen ağlayıp kaçtığı oluyor. Böyle zamanlarda bizim Elmyra diye dalga geçiyoruz. (Bizim yaştakiler mutlaka hatırlarlar bir çizgi film karakteriydi.)

        Hala saçlarımız uzamadı. Görenler saçını mı kestirdin diyor. Sadece bu kadar uzatabildik diyoruz. Arada iki tel bulup toka taksam da Zeynep Ela onları hemen çıkartıp hevesimi kursağımda bırakıyor.


       Uyku: İşe başlamadan önce, kendi odasında yatmaya başlamıştı. Gerçi çok sıkı sıkıya uyguladığımız bir kural olmadı hiçbir zaman. Bazen ben yorgun olduğumda, bazen sabaha karşı uyandığı ve bizde kalkacak hal olmadığında bizim yatakta uyuduğu oluyor.  Ama uykuya dalmak için benim yanında oturmam, pışpış yapmam gerekiyordu. Uyku eğitimi vermeyi düşünüp, bunun için eğitime gitsem de bir türlü yapamadım.    
        Sonra yavaş yavaş geçiş yapabileceğimizi düşünüp, önce pışpışlamayı bıraktım. O yatakta uyumaya çalışıyor ben hemen yanında kitap okuyordum. Bir süre sonra ben yatağın yanından ayrılıp, odadaki diğer yatağa geçtim. Beni göremiyordu ama arada uyumasını, orada olduğumu söylediğimden sesimi duyuyordu. Son aşama olarak da odadan çıktım. Bir süredir, sütünü içiyor; dişlerini fırçalıyor; babasına ve balıklara iyi geceler diyor; kitabını okuduktan sonra saat 9'da kendi kendine uykuya dalıyor. Uyku eğitimlerinde, kendi kendine uyuyan çocukların gece kesintisiz uyuyabildikleri söylense de biz geceleri 1-2 kez uyanıyoruz. Bu uyanmalarda bazen emziğini verince hemen uykuya dalıyor, bazense uyumadığı için ben pes edip bizim yatağa götürüyorum.
   
        Gündüzleri ise tek uykuya geçtik sonunda. Gün içerisinde genellikle 1,5 saat uyuyor.

         Yemek: İşe başladığımdan beri sabah kalkınca ve akşam yatarken sürdürdüğümüz emme rutinimizi, 18 ayını doldurduğu günden beri sadece sabahla sınırladık. Geceleri bir bardağa yakın süt içiyor artık. Neyseki inek sütünü sevdi. Sabah kahvaltılarında süt içiyor. Kahvaltılarını hafta içi anneannesi ve dedesiyle yapıyor.  
         Yemek açısından bir günü bir gününü tutmuyor. Bu aralar yemek yedirmek çok zorlaştı. Bir öğünü düzgün yese ondan sonrakini yemeyebiliyor. Ama asıl sıkıntımız ekmek. Tam bir ekmek hastası Zeynep Ela öyle ki çoğu zaman masada ekmeği saklıyoruz. Bazen de yemek yedirebilmek için ekmeği rüşvet olarak kullanıyoruz.
         En sevdikleri pilav, köfte. Onların dışında bütün hamur işlerini çok seviyor. Tatlı olan her şey ise favorisi; meyveler, kuru meyveler, her türlü tatlı. Kesin olarak yemediği şey domates, onun dışındakileri gününe bağlı olarak bazen yiyor, bazen yemiyor.


         Sevdikleri: Kovalamaca, saklambaç, oyuncaklarla oynamak, boğuşmak.
         Tv'de Canım Kardeşim ve Baby Tv.
         Ayakkabıyı, çorabı hatta becerebilse üstündeki her şeyi çıkartıp koşturmak.
         Kumanda ve telefonlarla oynamak.
         Her çeşit müzik ve dans etmek. Çoğu zaman müziğe bile gerek yok, anneannesi havuç rendelerken oynamışlığı var:)))
         Gıdıklanmak. Döndürülmek. O kadar hoşuna gidiyor ki bir sefer yetmiyor, mutlaka "bi daha" diyor.
         Bir şeylerle yüzünü gizleyip "cee" yapmak.
         Dışarı çıkmak, gezmek.
         Çocuk parkları, en çok salıncak ve kaydırak.
         Kuşları kovalamak.


         Sevmedikleri: Bir yerde uzun süre oturmak.
         Yapmak istemediği bir şey için zorlanmak.

          Zeynep Ela'nın kelimeleri: Anneanne, mama ve düğme ile başladığımız serüvenimiz, her gün eklenen yeni kelimelerle devam ediyor. Artık sadece işine geldiğinde anneanne diyor, onun dışındaki zamanlarda anne. Babasına bazen baba, bazen de Ahmet diyor. Bir çok kelimeyi söylemeye çalışıyor. Telefonda konuşurken bir şeyler anlatıyor, ama biz henüz o dili çözemedik:)) Çözebildiklerimizin tercümesi ise;
          Havvu: Havlu
          Mınna: Genellikle ekmek bazen de herhangi bir yemek.
          Fu : Su
          Nene: Babaanne
          Ayşa: Ayşe
          Tiyza: Teyze
          Da: Dayı
          Ahme: Ahmet
          Gugu: Duygu
          Tamam: Oh
          Çiça: Çiçek
          Bop: Top
          Abba: Abla
          Ku: Kuş
          Harkı: Şarkı
          Ça: Çay
          Bunların dışında, hadi, bi daha, dede, hala; iyi misin diye sorulunca iyi; ne yapıyor diye sorulunca uyuyo; ağlayan birini görünce ağlıyo.
           Bu aralar bütün soruların cevabı dede. Kim aldı, kim yaptı, sorular önemli değil tek bir cevap var:)) Ne alalım ya da ne getirelim sorularının cevabı da tek: mama:))
           İnek, köpek ve kedi seslerini biliyor.
           Bir de "dikka" var. Henüz ne olduğunu çözemedik. Şarkı söyler gibi melodik bir şekilde, tekrar tekrar söylüyor.
           Altını değiştirirken bir ayağını öpünce, diğerini de "bu" diyerek öpülmesi için uzatıyor:))
       



     





2 Nisan 2014 Çarşamba

YAŞAMA ORTAK PENCEREDEN BAKMAK

          
Bu bir ortak yayındır. 

___________________

YAŞAMA ORTAK PENCEREDEN BAKMAK

Bugün, 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü.

2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratarak otizmden kaynaklanan sorunlara çözümler yaratmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak ilan edildi.

Her yıl, “Otizm Farkındalık Ayı” olan Nisan ayı boyunca dünya genelinde otizmin sorunlarını ve çözümleri konuşuluyor, araştırmaların teşvik edilmesi ve erken teşhisle tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.
OTİZM, doğuştan gelişen, genetik altyapıya dayanan, karmaşık nörolojik-biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu. Başkalarıyla etkileşimde bulunmayı engelleyerek bireyin kendi iç dünyasıyla baş başa kalmasına yol açan otizm, genellikle 3 yaştan önce ortaya çıkarak çocukların sosyal iletişim, etkileşim ve davranışlarını olumsuz olarak etkiliyor.

Amerikan Sağlık Bakanlığı verilerine göre bugün dünya genelinde okul çağındaki her 88 çocuktan biri otizm teşhisi alıyor.

Otizm erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 3-4 kat daha fazla görülüyor, her 54 erkek çocuktan biri günümüzde otizm riski taşıyor.

Dünyada son yıllarda şeker, kanser ve AIDS dahil olmak üzere bir çok hastalıktan daha fazla sayıda otizm teşhisi alınıyor.

Ülkemizde sağlıklı istatistikler olmaması nedeniyle, tahmini olarak550.000 otizmli birey ile 0-14 yaş grubunda 150.000 civarında otizmli çocuk bulunduğunu varsayıyoruz. Otizmli bireylerin ebeveynleri, kardeşleri, yakın akraba ve çevreleri de hesaba katıldığı zaman, Türkiye’de her ile yayılmış durumda otizmden etkilenen 2 milyondan fazla vatandaşımızdan bahsedebiliriz.

Otizmin kapısını açmak için ilk önemli adım, erken teşhis.Otizm, yaklaşık bir yaş civarında ilk belirtilerini gösteriyor. Annenin sesi ve gülümsemesi gibi sosyal uyaranlara bebeğin tepkisiz kalması veya tepkilerinde yavaşlık olması, göz teması kurmada zorluklar, motor gelişmede ve taklit becerilerinde gecikme, uyku ve yemek düzeninde sorunlar ilk belirtiler arasında sayılabilir. Ve erken teşhis, otizmli çocuğun gerekli eğitim ve tedavileri alarak hayata katılması için ilk önemli adım.
Otizmin tedavisi var mı? Otizm, beş bilinmeyenli bir denklem gibi: Nedenleri tam olarak saptanamadığı gibi tek bir kesin tedavisi de günümüzde “henüz” mevcut değil! Otizm, toplumsal fark, ırk, dil, din gözetmiyor, çocuk yetiştirme biçiminizle veya sosyo-ekonomik koşullarınızla da ilgilenmiyor. Genetik faktörlerin yanı sıra, çevresel koşulların – yanlış beslenme, çevre kirliliği, kimyasal maddeler, yanlış ilaç kullanımı, ağır metaller, aşılarda bulunan bazı koruyucu maddeler vb.- otizmi tetiklediği düşünülüyor.

Otizmde biyolojik tedaviler ile ilgili çalışmalar devam ederken,bugün için kabul edilen en önemli tedavi aracı, erken yaşta verilmeye başlanan yoğun bireysel özel eğitim. Doğal gelişim gösteren her çocuğun kendiliğinden öğrendiği her şeyi, otizmli bir çocuğa özel eğitim yardımı ile öğretmek zorundasınız. Bu durum bazen iğneyle kuyu kazmaya benzese bile, her otizmli çocuk kendine göre bir öğrenme biçimine sahip. Önemli olan, kapıyı açacak doğru anahtarı bulmak.

Bilimsel olarak erken yaştaki çocuk için kanıtlanmış yoğun eğitim süresi haftada bireysel ve grup eğitimi olarak 40 saat. Oysa ülkemizde sosyal güvenlik kapsamında “otizm özel eğitim raporlu” çocuklar için aylık 6- 12 saat olan özel eğitim süreci, dünya genelinin oldukça gerisinde kalıyor.
Otizmli çocukların mutlaka eğitim sistemi içinde yer almaları gerekiyor. Çünkü eğitim, otizmli birey için her şeyden önce“tedavi” anlamına geliyor. Otizmi diğer engel gruplarından ayıranen önemli fark; erken tanı ve erken bireysel/kaynaştırma eğitimiyle otizmli çocukların sorunlarının büyük bir kısmını aşmaları.

Oysa yaşamsal gerçekler çok farklı. Otizmli/Aspergerli çocuk, genellikle bilgi eksikliğinden kaynaklanan dirençleri nedeniyle, okul yönetimleri, öğretmenler ve diğer veliler tarafından okulda “istenmeyen çocuk” ilan ediliyor. Kaynaştırma raporlarına rağmen, okul idareleri otizmli kaynaştırma öğrencisinin kaydını almak istemiyorlar. Oysa okul yaşamı esnasında yaşanan sorunların büyük bir kısmını hoşgörü, anlayış ve bilgi yetersizliğinin giderilmesi ile çözebiliriz, yeter ki toplum tarafından yaşamın her anında farklı gelişim gösteren bireylere dayatılan en büyük “engel” olan ayrımcılığı yok edelim!


Otizmin oldukça karmaşık yapısı, otizmli bireyle birlikte ailesi başta olmak üzere yakın çevresindeki herkesi hayatın tüm evrelerinde etkiliyor. Otizmli bir çocuğun ilerlemesinde en büyük sorumluluk ailelerde, en ağır yük de annelerin omzunda!Otizmden etkilenen bireyin ve ailesinin her şeyden önce yalnız ve ötelenmiş bir hayata mahkum edilmemesi için, özellikle doğal gelişim gösteren çocuk ebeveynlerinin toplumsal yaşamı paylaşmayı öğrenmeleri gerekiyor.

Otizm Dostları Derneği ODDER, Türkiye’de ilk defa otizmli çocuk sahibi aileler ile doğal gelişim gösteren çocuk ailelerinin bir arada üretip, çalıştığı bir sivil toplum örgütü.Bütünleşik bir sosyal hayatı birlikte paylaşarak, ayrımcılıktan uzak yaşamak isteyen, dolayısıyla sadece kendi başına gelenlerle değil, sosyal yaşam içinde var olan haksızlıklarla da ilgilenen üyeleri ve gönüllü destekçileri ile ODDER, tüm çocukların birbirlerindeki farklılıklardan öğrenerek, anlayışla ve sevgiyle büyümesini sağlamak için çalışacak. İstiyoruz ki, çocuklarımızı büyütürken karşılaştığımız sorunları paylaşarak, birbirimizden öğrenerek ve zorluklarda destek olarak ayrımcılığı engellemek için hep birlikte çalışalım.



Lütfen, gündelik hayatın içinde karşılaştığınız ağlayan bir çocuğu yargılayıp, annesine laf etmeden önce bir an düşünün. Çocuğunuzun sınıfında otizmli bir çocuğun da olmasının, farklılıkları yaşayarak öğrenecek kendi çocuğunuza da faydası olacağını lütfen unutmayın.

Eğer siz de “bir küçücük merhaba’nın derin dostluk etkisini bilen yüreklere sahip çocuklar büyütmek istiyorum”diyorsanız, otizmli çocukların ve anne-babalarının seslerine kulak verin, sesimize ses katın, otizmin bilinirliği ve sorunların çözümü için gönüllü destek verin ki, çocuklarımız hep beraber büyüsün. Çünkü her çocuk farklılıkları ile yaşamda yer almayı hak eder!

Nisan Dünya Otizm Farkındalık Ayı’nda yaşamı paylaşalım, çocuklarımızın geleceğini aydınlatalım!


OTİZM DOSTLARI DERNEĞİ -ODDER


Twitter: @OtizmDostlari


#otizmifarketyasamipaylas

25 Mart 2014 Salı

NHA 1 YAŞINDA

       "Merhaba:)))
       Sanırım insan anne olunca, şu anı geleceğe taşımak için bir araca daha çok ihtiyaç duyuyor. Gelecekteki haline, çocuğunun gençliğine bir selam göndermek, bu günden haberler vermek istiyor. Ya da kimbilir sadece içindekileri aktarmak istiyor bir gün çocuğu okusun diye.
        Ben de bugünden geleceğe haberler vermek için başlıyorum bu işe. Her yeni işte olduğu gibi karın ağrısı ve çokça heyecanla."
         Tam bir yıl önce böyle başlamışım yazmaya. Çok çalışkan bir blog yazarı olamadım. Sadece 35 yazı yayınlayabildim bu bir yılda. Yine de kendimi ifade edebilme, Zeynep Ela'ya dair bir şeyler bırakma hedefime az da olsa ulaşabildiğim için çok mutluyum.
          Bu bir yılda çok şey oldu hem hayatımızda, hem de ülkede. Zeynep Ela'yı bırakıp işe başladım mesela. Oldukça zor oldu alışması. Zeynep Ela ise bir bebekten, yürüyen, tercihlerini oldukça kesin bir şekilde ifade edebilen, az da olsa derdini anlatabilen bir çocuğa dönüştü, dönüşüyor.
         Ülkemiz ise oldukça zor zamanlardan geçti. Öyle anlar oldu ki yazı yazmak bile boş bir uğraş gibi geldi. İnsanlar ölürken tutup da seyahat yazısı yazmak saçmaydı örneğin. Anneler gencecik çocuklarını toprağa verirken kendi çocuğumu anlatmaktan utandığım oldu zaman zaman. Şu son bir ayda ise, nasıl olup da hala delirmediğimizin şaşkınlığı içerisinde, çokca kaygıyla izliyorum olanı biteni. 
         Yine de, küçük de olsa bir umut var içimde ne de olsa umutsuz yaşanmaz. Dilerim, Blogumun yeni yaşı, hem bizim için, hem de ülkemiz için gelecek güzel günlerin başlangıcı olur 



21 Mart 2014 Cuma

ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ KISITLANAMAZ

* Bu yazı blogger anne-babaların ortak yayınıdır.
_______________


#TwitterBlockedinTurkey

T.C. Anayasası

VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.

Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.

T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği'nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter'e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye'den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter'a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.

Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.

Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış, farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.

Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.

Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız. 

Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.

Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.

6 Mart 2014 Perşembe

ZEYNEP ELA'SIZ İLK GECE

     Biz Zeynep Ela'dan önce (ZÖ:)) oldukça sık dışarı çıkan, sinemaya, tiyatroya eğlenmeye giden bir çifttik. Zeynep Ela'nın hayatımıza katılmasıyla, böyle küçük zevklerimizi rafa kaldırmak zorunda kaldık. İlk bir sene emmesi, uyku saati falan derken zaten çıkamadık. Sonrasında ise hem bütün haftayı ayrı geçirdiğimizden kalan zamanı onunla geçirmek istememiz, hem de zaten hafta içi hergün Zeynep Ela'ya bakan anneannemize daha fazla yük olmamak için biz çıkmak istemedik. Ta ki geçen cumartesiye kadar.
     Her şey, Sezen Aksu'nun Ankara'da konser vereceğini öğrenmemle, başladı. Sezen Aksu, benim canlı olarak dinlemeyi en çok istediğim sanatçıydı ve Ankara'ya geliyordu. Ama konser 9'da başlayacaktı. Yani ya konsere gitmeyecektik, ya da Zeynep Ela anneannesinde uyuyacaktı. Daha önce geceyi hiç ayrı geçirmemiştik. Kafamızda bir sürü soru vardı. Anneannesinde uyuyacak mı, gece sorun çıkaracak mı... Sonunda benim konsere gitme isteğim ağır bastı. Hatta çok da istekli olmayan Ahmet'i bile ikna ettim ve biletleri aldık. Kafamızdaki sorularla, heyecan içinde beklemeye başladık.
      Büyük gün gelip çattığında, her şey çok güzel başladı. Önce dayımlar geldiği için hep birlikte anneanneme gittik, sonrasında ise annemin kuzenleriyle olan gününe. Her gittiğimiz yerde Zeynep Ela kendisine olan ilginin keyfini çıkarttı. Oyunlar oynadı, dans etti, parka gitti. Ama sanki akşam olduğunda gideceğimizi hissetmiş gibi, benim kucağımdan ayrılmamaya başladı. Uyku saati yaklaşınca, emzirip anneannesindeki yatağına yatırdık ama bu durumdan hiç hoşlanmadı. Epey bir süre mızırdandı. Biz de zaten uyumasını beklemeden çıkmak zorunda kaldık. Sonradan telefon ettiğimizde zor da olsa uyuduğunu öğrenince biraz rahatlayıp, konser salonuna girdik.
        Konser Congresium'daydı. Daha önce bir kaç fuara gitmiştik ama, konser salonunu ilk defa gördük. Oldukça büyük ve güzel bir salon olmuş. Bence tek sıkıntı tuvaletlerdi. Kadınlar tuvaletinin önünde uzun bir kuyruk oluşmuştu. Hatta bu nedenle arada gitmeye cesaret edemedim. Bilet fiyatlarındaki pahalılığı düşününce, acaba boş kalır mı diye düşünmüştük ama içerisi her yaştan dinleyici ile hınca hınç doluydu. Hatta bazı yerlere sandalye koymuşlardı.
       O kadar uzun zamandır başbaşa bir şey yapmamışız ki, önce baya bir tuhaf geldi bize bu durum. İkimiz de sudan çıkmış balık gibiydik. Neyse ki yavaş yavaş konser havasına girdik. Yine de şeytan dürttü ve konser başlamadan son bir kez arayım dedim.  Keşke aramasaydım. Uyandığını, çok ağladığını tekrar uyutamadıklarını söyledi, babam. ama tam o sırada müzik başladı ve kapatmak zorunda kaldım. Ondan sonrasında, hayatımda ilk kez beynimin ikiye bölündüğünü hissettim. Bir tarafı şarkılara katılıyor, konserden zevk almaya çalışıyor; diğer tarafı ise ne yaptılar, uyudu mu, hasta mı diye endişe ediyordu. Neyse ki verilen arada uyuduğunu öğrendik de konserin ikinci bölümünde beynimin gereksiz endişe merkezini dinlememeyi becerebildim.
       Sezen Aksu'yu canlı dinlemek bence büyük bir keyifti. Hem o, hem de orkestra çok iyiydi. Son zamanlarda kendisine duyulan tepkinin farkında olmalı ki, ilk şarkıyı Denizlere son şarkıyı da Sivas'ta ölenlere ithaf etti. Aralardaki konuşmaları da o yöndeydi. Ahmet'in dediği gibi belki de günah çıkarttı, kimbilir. Gerçi beni politik düşüncelerinden çok, müziği ilgilendirdiği için benim için eşsiz bir geceydi.
     
                            Yerimiz çok kötü olmasa da fotoğraf çekmek için yeterince iyi değildi.

        Sahnede Sezen Aksu'yu, Fahir Atakoğlu'nu ve diğer orkestra elemanlarını izlerken, orada olmanın ne kadar muhteşem olduğunu düşündüm. 3000 kişi sizin şarkılarınızı söylerken, sizi alkışlarken orada olmak... Bir de keşke dedim, ben de işimi böyle severek yapabilseydim, ya da sevdiğim bir işi yapıyor olsaydım.
        Konser çıkışı, ikimiz de yorgun ama mutluyduk. Eve gelip de Zeynep Ela'nın yatağını boş görmek ise çok tuhaftı. O kadar alışmışız ki varlığına, eksiklik hissettik. Yine de sabaha kadar deliksiz uyumak çok güzeldi :)  Gerçi anneannemiz uyuyamamıştı, ama neyse ki Zeynep Ela gece bir daha uyanmamış. Sabah gittiğimizde de keyfi yerindeydi.

 

     

23 Şubat 2014 Pazar

ZEYNEP ELA KUĞULU PARKTA

        Havaların bu kadar güzel gitmesi biraz korkutucu olsa da değerlendirmemek olmazdı. Güzel ve güneşli bir günü evde geçirmektense biz de attık kendimizi yollara. Ankara'da gidilebilecek çok fazla yer olmadığından, böyle zamanlar için bir kurtarıcı olan Kuğulu Park'ın yolunu tuttuk.
        Kuğulu Park bence Ankara'nın en güzel yerlerinden birisi. Binaların arasında küçük ama yeşil bir vaha...Bizim evimiz yakın olmadığından çok fazla  gidemesek de bu hafta sonu için ilk aklımıza gelen yer orası oldu.
         Çocuk parkı kısmından girdiğimiz için, tabii ki ilk durağımız orası oldu. Kum havuzunda bir sürü çocuk vardı, ama Zeynep Ela içine girmek istemedi. Oradaki çocukların ilgisini çekmeye çalışsa da onlar da oralı olmadılar. Salıncakları beklemektense, diğer oyuncakları tercih edip Zeynep Ela'yı parktan koparmak biraz zor da olsa kuğuların yanınına gidebildik.
        
         Aslında daha önce de görmüştü, ama sanki bu sefer daha çok farkındaydı. Kuğuları ve ördekleri büyük bir dikkatle izledi. Kendisine doğru gelsinler diye onları çağırdı, ama gelen olmadı. Havuzda yüzmeleri, bir şeyler yemeleri çok ilginç geldi bizim küçük hanıma.

       Bu arada kuğular da bütün güzellikleriyle salınıyorlardı suda. 


         Küçük havuzun etrafını tamamen gezip, birkaç güvercini kovalayarak rahatsız ettikten sonra zor da olsa parktan ayrıldık ve yemek için Hacı Arif Bey'e gittik. Uzun zamandır gitmiyor olmamıza rağmen hiç bir şey değişmemişti. Yemekler çok güzeldi. Akvaryumdaki balıklar ve havuzdaki kaplumbağalar da Zeynep Ela'nın çok ilgisini çekti. Ama bence en güzeli, biz istemediğimiz halde Zeynep Ela için bulgur pilavı ve yoğurt getirmeleriydi. Diğer yemekleri yiyemeyeceğini düşünmüş olmalılar. Giderken verdikleri oyuncakla ise hala oynuyor.